18 Mart Pazar akşamı haberleri dinlerken İstanbul ve Diyarbakır İllerinde “Nevruz” kutlamaları bahanesiyle “KCK ve BDP’lilerin” işyerlerini, belediyenin ulaşım araçlarını ve sivil-kamu ayırımı yapmadan yakıp, tahrip ettiklerini ve sokak çatışmalarının inanılmaz dehşete varan görüntülerini flaş haber olarak veriyorlardı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı zararın bir milyon yüzbin TL’yi geçtiğini büyük bir üzüntüyle söylüyordu.
Oysa bu hadiseden iki gün önce Cuma akşamı Kuzey Irak’tan 22 kişilik bir gurup, Bursa’ya nur talebelerini ziyarete gelmişler ve akşam yemeği müteakiben “Vakıf Kitapevinde” sohbette beraber olmuştuk. Gurup adına “Azad Bey” söz aldı, arkadaşlarını tanıttı. Konuklardan birisi de bir partinin Dohuk İl başkanı idi.
Sanırım bunun Nevruz olayları ile ne ilgisi var dediğinizi işitiyor gibiyim?
Evet var, hem de çok var. Eğer Azad Bey’in sözlerini birazdan siz de dinlerseniz, benim ile aynı kanaati paylaşacağınızdan eminim.
Azad Bey ziyaret amaçlarını şöyle açıklamaya başladı:
“Bizler Kuzey Irak’ın Dohuk İlinden sizleri ziyaret etmeye geldik. Bir haftadan beri İstanbul’dayız. Bugün de Bursa’ya geldik. Burada gördüğünüz kardeşlerinizin hepsi sizler gibi ‘Risale-i Nur’ları okuyorlar. Ve kendimizi ‘Nur Talebesi’ olarak addediyoruz. Ben 22 yıldır Risale-i Nurları okuyorum. Doktoramı da Risale-i Nur üzerine yaptım. Kuzey Irak’ın tüm il ve ilçelerinde Risaleler ev ve iş yerlerinde ikili ve üçlü guruplar halinde okunmaktadır. Fakat ne yazık ki sizler gibi kalabalık guruplar halinde bir araya gelmemize şimdilik müsaade edilmiyor. (80 den önceki yıllarda bizdeki durum da böyleydi.) Bugün itibarıyla Risalelerden 5 eser “Kürtçeye” tercüme edilmiş bulunmaktadır.
Türkiye’deki nur kardeşlerimizi merakla takip ediyor ve onların iman ve Kur’an hizmetlerindeki müspet hareketlerini, tavırlarını, davranışlarını, hizmet düsturlarını takdir ve taklid ediyoruz. Bu nedenle nur hizmetlerini merkezde, yani yerinde yani Türkiye’de görmek istedik.
Sizler Anadolu’da yaşayan şanlı ecdadın torunlarısınız ve çok şanslısınız. Zira bir Muhammed Fatih Sultan, bir Bediüzzaman Said Nursî sizin aranızdan çıkmıştır. Bunun için Cenab-ı Hakk’a ne kadar şükretseniz yine azdır. Unutmayınız ki, Müslümanlık sizler sayesinde üç kıtaya yayıldı. İslam’a hizmet noktasında taraf-ı İlahîden sizlere fazla pay verilmiştir.
Ey o büyük ecdadın torunları! Hakikaten de sizler bihakkın şu ayet-i Kerime’ye masaddak oldunuz:
“Allah, öyle bir topluluk getirecektir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzet sahibidirler ve Allah yolunda cihad ederler.(Maide sûresi:54)
Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi; bin seneden beri Kur’an-ı Hâkimin bayraktarı olarak cihana karşı meydan okuyup, Kur’anı ilan etmişsiniz. Bütün dünyayı susturdunuz. Müthiş saldırılarını, hücumlarını defettiniz. Milliyetinizi Kur’an’a ve İslamiyete kale yaptınız.
İşte bizler bu hizmetlerinizden dolayı Allah için sizleri seviyoruz. Zira Allah da sizleri seviyor. Allah’ın sevgisine mazhar oldunuz. Sizler bizlerin ağabeyi mesabesindesiniz.
İnanıyoruz ki o yüksek ecdadın torunları olarak tekrar mazlum ve masum küçük kardeşleriniz olan Müslüman milletlere müzaheriyetinizi ve muavenetinizi bir daha göstereceksiniz. İslam âleminin gözleri sizlere çevrilmiştir.
Görüyorsunuz ki, Müslümanlar bugün itibarıyla darmadağınık, hariçten ekilen fitne ve fesatlıklarla çalkanıp durmaktadırlar. Bunların, kuvvetli bir el yardım etmeden kendilerini kurtarmaları mümkün değildir.
Ve yine unutmayınız ki, sizler “lokomotif” bizler de “vagonlarız.” Müslümanlık katarını siz oluşturabilir, toparlayabilir, tekrar harekete geçirebilirsiniz. Tüm Müslümanların gözü ve ümidi sizdedir. Bunun için sizin yeterince gücünüz, imkanınız ve malzemeniz de vardır.
Sadece allame Bediüzzaman’ın sesi ve nefesi kâinatı birbirine bağlayacak kuvvete sahip Kur’an’dan tereşşuh etmiş eserleri buna kafi ve vafidir. Müslümanlar Avrupa kâfirlerinden, Asya münafıklarından çok çektiler.
Bizler dışarıdan kardeşleriniz olarak sizlerden bunu bekliyoruz. Ne olur aranızdaki ihtilafı, şu haklı, bu haksız demeden bitiriniz. Ve bizlerin yani küçük kardeşlerinizin ellerinden tutunuz. Üstad’ın dediği gibi; üç elif ittihad ederse, yüzonbir kuvvetine ulaşır prensibini derhal ve acilen uygulayınız ki, yeniden dünya muhtaç olduğu İslamlık ve insanlık dersini görsün.”
Evet muhterem kardeşlerim! Dohuklu Azad kardeşim o gece sohbette bulunan Bursalı Türk ve Kürt kardeşlerine böyle heyecanlı ve duygulu sözlerle seslendi. Ben dahil bir çok kişinin gözlerinin nemlendiğini müşahede ettim
Şimdi soruyorum:
Kürt problemi için iyi niyetle çaba harcayan insanlara; çare nedir? Çözüm nerededir? diye zaman ve servet harcayanlara…
Çare bellidir.
Çare; Azad’ın sözlerindedir.
Kendisi de Kürt olan bu kardeşimizin volkan gibi içten gelen feryatlarındadır.
Evet çok çektik bu ırkçılıktan. Çok çekti Müslüman fertler bu Avrupa mikrobundan. Canlar yandı, yürekler, ocaklar yandı.
Azad’ın bu sesini duyunuz. Duysun etkililer ve yetkililer. Kürt probleminin çaresi ve reçetesi bu haykırışlarda gizlidir. Bunun dışındaki bütün yollar beyhudedir, boşa kürek sallamaktır.
Bir not da ben ekleyeyim: Kürtçenin bu kadar akıcı ve şiirsel olduğunu “Azad” konuşurken ilk defa fark ettim. Evet, renkler ve diller Allah’ın ayetindendir. Allah’ın bütün ayetleri güzeldir.