Bir gün bir güne; bir an bir ana benzemiyor. Hayatın her anı, birbirinden farklı. Aynı camdan da baksanız, aynı manzarayı iki defa göremezsiniz. Aynı kitabı da okusanız, her defasında ayrı bir mânâyı keşfedersiniz. Rahmetli Zübeyir Gündüzalp Ağabey, “Tuğlaları üst üste koymak, tekrar değil, tesistir” der.
Hayatımızın ve inancımızın duvarları böyle yükselir, böyle korunur. Alıp verdiğiniz her nefes, bir diğerinden farklı. Hayatı hayat eden, iman ve niyet. Bir de lüzumlu olan bu tekrarlar.
Evet, neye niyet ediyorsanız, onu yaşıyorsunuz. Karşınızda onu buluyorsunuz. Bilgisayar için yazılım ne ise, insan için niyet de odur. Bunu ruhunuza yazdığınızda, yeni gerçekliklerin içine doğru sizi yönlendirir, sahip olduğunuz yetenekleri açığa çıkarır. Hayatı bambaşka bir gözle görmeye başlarsınız.
Farkında olun ya da olmayın görünenin arkasında daima insanı yöneten bir niyet vardır. Birçok insan, hareket ve davranışlarını yönlendiren bu niyetin farkında olmayabilir. Niyet, amellerin ve işlerin ruhudur. Ruhsuz ceset ne ise, niyetsiz amel de odur.
Şu anda bile hayatımıza yön veren gizli bir niyet var. İçimizde bizi ileri götüren bir kuvvettir niyet, günlük hayatımızda bizi yönlendiren bir pusuladır. Niyet, görünenin önünde gider. Güzel yaşamaya azmettikçe, bu niyet içimizde bir huzur meltemi estirir. Gerçi siz ne kadar dikkat ederseniz edin, bazen işler istediğiniz gibi gitmez, olaylar istediğiniz gibi gelişmez. En yakınınızla, en akla hayale gelmez bir şekilde imtihan olursunuz. Şaşkınlığa pek gerek yok aslında. “Dikkat! Şimdi bir imtihan sorusu çıkıyor buradan” diye, içten gelen sinyalleri alan kazanıyor. Bu iletiye kulak vermeyenin huzuru kaçıyor hemen.
Birinin kalbini kırmışsanız, haklı da olsanız, dünyanız kararıyor o an. Hiçbir şey ve hiçbir ibadet teselli edemiyor sizi. “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın, namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil.” Özetlemiş bu hâlimizi Yunus Emre’miz.
Süt gibi kesiliyorsunuz, karalar bağlıyor içinizi. “Ne oluyor, neden böyleyim?” diye araştırdığınızda, bir siyah noktayı fark ediyorsunuz kalbinizde: Günah lekesi... İstiğfar ve tövbe ile derhal çıkarmaya çalışıyorsanız ne âlâ! Yoksa dünyanız zindan oluyor. Her ne kadar karşı taraf kusurlu ve suçlu olsa da, siz olgunluk gösterip o kusuru üzerinize almadıkça, bu kaostan çıkış yok...
Belki de bu haller boşuna verilmiyor, beyhûde yaşatılmıyor insana. Haddini bilmek, aczini bilmek yakışıyor bize. Kula kulluk yaraşır, kul olduğunu bilmek yaraşır. Kusursuz ve noksansız bir Rabbin huzurunda, O’nu “Sübhanallah” deyip, tenzih etmek yakışır insana. O kadar kendimizden emin olmamalıyız.
Kuşlarda, serçelerde nice hayat dersi gizli. Ürkek ve korkak tavırlarla dalların en ucuna konmak, bir yandan kediden, bir yandan bilmem neden sakına sakına yaşamak yakışıyor serçelere. Cıvıl cıvıl hâlleri var ya o bir parmak mahlûkların, hayran kalıyor insan. Tembellik yok, devamlı hareket var. Hayat ve faaliyet dersi veriyorlar. Kendilerindeki neşeyi bize de bulaştırıyorlar. Ne güzel bir hâl bu.
Evet, korka korka yaşamak insana da yakışıyor. Ölüm daha gelmeden hayatın incecik dallarında titreye titreye yaşamak yakışıyor insana. Tıpkı bir serçecik gibi…
***
Yaşlı bir halamız vardı. Rahmetliye bu yaşa kadar nasıl geldiğini, nasıl yaşadığını sormuştum bir gün: “Korka korka evlât, korka korka” demişti. İbretli ve hikmetli bir söz.
Allah’tan korkmayan, her şeyden korkar. Korkular, buz keser Allah korkusunun yanında. Korkulardan eser kalmaz, insan Allah’tan korkuyorsa eğer.
Bir kere ölmek varken hayatta, yüz bin kere ölmek niye? Anlıyor bir gün insan, gerçek korkakların kimler olduğunu.
Allah (cc) insanı, gül gibi güzel yaratmış. Bu güzelliği bozup çirkinleştiriyorsak, suçlu biziz. Allah’ın (cc) bu yüce emanetinin hakkını verememişiz demektir. Ne güzel der Mevlânâ: “Bir gül bahçesini bahçıvana teslim etsen, oradan pis kokular gelirse, kabahat gül bahçesinde değil, bahçıvandadır.”
Allah yok zannedip, zulmediyorlar, çalıyorlar, kaçırıyorlar, kırıyorlar, yakıyorlar, öldürüyorlar, nice hayatları mahvediyorlar. Yanlarına yaptıkları kâr mı kalıyor zannediyorsunuz? Hiç de öyle değil. Filmin bundan sonrasını hiç göstermiyor şeytan. Allah’a ve hayata önem veren biri yapabilir mi bunları?
Korkularını gizlemeye çalışıyorlar başkalarını korkutarak. Sonları perîşan, ebedî bir azab. Tarihin sayfalarını karıştıralım, yakından bakalım bu hayatlara. Hepsinin sonları hüsran. Yaptıkları yanlarına kâr kalmamış hiçbirinin. Hangisi mutlu, hangisi huzur içinde yaşıyor ya da yaşamış, bir günleri var mı ‘ah’ etmeden geçmiş, bir anları var mı—kaldıysa eğer—vicdanlarının sorgulamasından kurtulmuş?
Karanlık odalarda, kendileriyle baş başa bile kalamaz bunlar. Işıkları açık bırakıp öyle yatarlar, neden? Işıklar bir kere kararırsa, bir daha asla yanmayacağını, uyanamayacaklarını düşünüyorlar.
Korkutanlar korkutulurlar. Her ceza suçun cinsine göredir. Yapılan hiçbir şey gizli kalmaz. Kader her adımı izler. Ne zalimi ne mazlûmu unutmaz. Câlut’un hakkından Tâlut gelir. Tâbut’un hakkından da bir kahraman çıkar gelir. Gün gelir, zalimin sesi soluğu kesilir. Kader her şeyden üstündür. Vicdanlarının yargıçlığından asla kurtulamaz bu tipler.
Öyle ya da böyle, burada hesaptan kurtulan, orada hesabın tufanına tutulur, hem de ne hesap…
Şükür ki, hayatta zıtlıklar var, musîbetler var, hastalıklar var. Şükür ki, hayat, iniş çıkışlarla dolu. Şükür ki, hayatta bunlara göğüs gerebilecek bir imkân, bir iman da var. Bu imandan nasibi olana ise, her şey var. Birilerine zindan olan hayat, onlar için saraydır. Kuştüyü yataklar, birilerine mekân olurken, onlar yer yatağında, tahta zeminde bile hiç kimsenin uyuyamadığı en güzel uykularını uyurlar. Çünkü Rablerine karşı veremeyecekleri bir hesapları yoktur. Hesaba çekilmeden önce, zaten kendilerini hesaba çekmenin mücadelesini vermişlerdir. Hayatı, onu verenin adına ve en güzel şekilde yaşamaya çalışmışlardır. Huzurları bundandır. Neden korkacaklar ki? Hayat bir vazifeyse, bir görevse, yapılması gerekeni yapmış ve kendilerine tanınan süre içerisinde de yapmaya devam edeceklerdir.
Hayatın gayesini bilenler, hayatın hakkını verenlerdir. Hayatın hakkı, hayatı verende saklı. Hayatı verenin o yüce kitabında saklı. Nereye kaçarsanız kaçın, nereye giderseniz gidin, ölüm peşinizde. Ölümü öldüremezsiniz. Ya ölüme teslim olacaksınız, ya da ölümü yok sayacaksınız. Başınızı devekuşu gibi kuma sokacaksınız.
Hayat ölümle tamamlanır… Ölümle güzeldir. Hayat, ölümle kemâle erer. Ölüm tesadüfen başa gelen bir olay değildir; yapanı bellidir. Hayatın başına gelen ölüm; asla bir noksanlık değildir. Asıl noksanlık, ölümün gelmemesi olurdu.
Varlığın adresi belli. Kemâle doğru yelken açıp gitmektir esas olan. “Vücûdun vücûdu kemâlledir. Kemâlin kemâli de devamla olur” diyor Bediüzzaman. (Mesnevi-i Nuriye, Katre) Kemâle giden yol, varlığın ve hayatın içinden geçiyor; musîbetlerden, hastalıklardan, ölümden geçiyor. Her acı, her keder, her musîbet ve her hastalık, ölüme karşı bir hazırlık. Acaba bunun farkında mıdır insan?
***
Hz. Peygamberimizin (asm) sevgili eşi, mü’minlerin annesi Hz. Safiyye (ra), Peygamberimizin (asm) hastalanmasına, onun bir yerinin ağrımasına tahammül edemezdi. Ona gelecek acıları kendisinin çekmesini arzu ederdi. Hatta Hz. Peygamberimizin (asm) vefatından birkaç gün önce hastalandığında, mü’minlerin anneleri etrafını sarmışlardı. Hz. Safiyye’nin (ra) gözleri yaşlıydı. Bütün samimiyetiyle bu manzara karşısında şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Rasülü! Keşke sizin bütün ağrınızı, acılarınızı ben çekseydim.”
Nasıl bir niyet, nasıl bir duâdır bu, görsün, duysun bütün kâinat… İnsan ancak bu kadar insan olabilir. İslâm’ın kazandırdığı kemâlat, işte böyledir.
Evet, eskiden, eskimeyen dostlar hasta olduklarında, birbirlerini ziyaret edip, hâl hatırlarını sorarlarmış. Hatta biri diğerinin yatağının yanına uzanır, hastalığının bir kısmını o dostunun üstünden kendine almaya çalışırmış. Çok geçmeden hasta olan da şifa bulup kalkarmış. Ne güzel dostlarmış onlar…
Hayat, tatlıyı değil, bazen acıyı da paylaşmaktır. Analık bunun için büyük olsa gerek. Evlâtlarının başına ne gelirse, hiç çekinmeden, bir paratoner gibi, analar kendi üstüne çekmeye çalışırlar. Allah da analar yüzü suyu hürmetine hayatı hayat eder. İmanın o sonsuz lezzetlerini hissettirir o fedakâr kalplere. “Cennet, annelerin ayakları altındadır” der Hz. Peygamberimiz (asm). Bu mükâfatı hak edebilmek için, her fedakârlığı göze alır analar.
Batan gemiyi herkes birer birer terk eder. Kaptan asla terk etmez. Anneler, hayatın ve ailenin kaptanıdırlar; yalnız yaşarlar belki ama kimseyi yalnız bırakmazlar. Acısında, hastalığında, yanı başındadırlar evlâtlarının ve yakınlarının. Analar rol kesmezler asla, içtendir, samimîdirler. Niyetleri baştan bellidir. Bırakın bir taşı, bir dağ düşse üstlerine evlâtlarının, elleriyle tutmaya çalışır onlar.
Annede akıldan önce kalp ara, yürek ara, şefkat, merhamet ara. Bir tehlike anında göz açıp kapayıncaya kadar biter yavrusunun yanında. Uzaktaysa eğer, duâsı yeter. Merak etmeyin, Rabbimiz için zaman ve mekân yoktur, o duâyı sahiplerine, gitmesi gereken, ulaşması gereken yerlere vardırır bir bir. Âcil bir kan aranıyor gibi o duâlar yetişir. Şifa bulur duânın ulaştığı yer, duânın ulaştığı yerdekiler.
Hayat imanla ve niyetle güzel. İman da duâyla güzel. Allah’a yakarmakla güzel. Yanı başımızdaki gerçek dostlarla güzel, dostların en güzeliyle, anneyle güzel.
Hayatta olmasa da hatırası bile yeter onların, hatırası bile güzel.
Ey dertlilerin tabîbi, ey şifa bulmaz hastaların gece gündüz iniltilerini duyan, bilen, dinleyen Rahman! Yâ Şâfî! Yâ Kâfî! Senden başka şifa veren yok. Derdimizi veren Sensin, devâmızı ve şifâmızı da verecek olan, yine Sensin. Hikmetin neyi gerektiriyorsa, o öyle tecellî eder. İmanımız tamdır, âmennâ! Başını kaldırıp bakamayan, bir yandan diğer yana yardımsız çeviremeyen, elini, ayağını kımıldatamayan, konuşamayan sayısız nice hastalar var. Türlü türlü illetlere mübtelâ olanlar var. Yürümek isteyen, konuşmak isteyen, koşmak isteyen. Hâlini sadece ve sadece Sana açan, gözyaşlarıyla arz eden nice hastalar var. Şüphesiz onların her hâline muttalî olan sadece Sensin. Rabbim! Şifalar eyle cümlesine. Dostlarını yakın eyle. Kederlerini, sevince tebdîl eyle. Annelerini ve duâlarını başucundan eksik etme. Rahmetini yakınlarının ve dostlarının eliyle sunuver Rabbim. Âmin…
***
Şu dünyanın sefasını sürdüm diyen, yalan söyler. Malı mülkü benim diyen yalan söyler. Bu dünyada rehbersiz yol alınmaz; aldım diyen yalan söyler. Rehberimiz, önderimiz, sevgili Peygamberimiz’e (asm) yerler ve gökler dolusu salât-u selâm, hastalarımızın cümlesine de duâlar ve şifalar olsun İnşallah. Âmin.
Not: Âcil duâ isteyen nice hasta kardeşlerimiz var. Onlardan biri için, sizden özel duâ istiyoruz, lütfen…
Yeni Asya