İnsanoğlunun sınanmak/denenmek ve hayatı vereni tanımak için bırakıldığı şu hayata bakar mısınız…Tıpkı bir nehir gibi… Çoğu insan atıldığı bu nehirde, pusulasını kaybeder, akıntıya bırakır kendini…
Öylesine aldanmışlığın dalgalarına kaptırırlar ki kendilerini, bir de bakmışsınız, günün birinde kükreyen su dalgalarının arasında, dünya sefinesindeki kayığın içinde şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemez ve anlayamaz sonla baş başa kalmışlardır.
Kontrol artık kendilerinde değildir. Ellerinden kürekler düşüvermiş, kendilerini akıntıya ve dev dalgalara bırakıvermişlerdir.
Amerika’da bir gurup genç, bir kayıkla açılıyorlar. Gide gide en sonunda bilmeden büyük bir şelaleye yaklaştıklarının ve etki alanına girdiklerinin farkına geç varıyorlar.
Eğlence ve keyif içinde ölüme gittiklerinin farkında olmadan…
Ve devâsa şelalenin oluşturduğu derenin karanlık dehlizlerinde derinliklere gömülüp yok oluyorlar.
Evet, buna sukût, yani düşüş diyorlar. Bu düşüşler bazen fiziksel, bazen ruhsal, bazen mânevî yıkılışlar ve yok oluşlar şeklinde olabiliyor.
Hayatımızda yüz yüze bulunduğumuz sıkıntılar, hayal kırıklıkları, güçlükler; nehrin yukarısında iken hesaba katmadığımız ihtimalleri dikkate almakla belki önlenebilirdi.
Bir maçın sonucunu düşündüğümüz kadar, hayat sınavının sonucunu da düşünebilseydik keşke… Gireceğimiz dünyevî sınavları düşündüğümüz kadar, bizi bekleyen mahşer sınavını da önemseyebilseydik… Zamanımızın, yıllarımızın ve günlerimizin bizi hangi akıntılara götürdüğünün farkında olabilseydik, bu düşüşleri hiç yaşar mıydık?
Hayat bizi nereye götürüyor? Emek ve çabalarımız, beklenti ve isteklerimiz; hangi dalgaların kollarına itiyor, nefis ve hevamız; hangi felaketlerin tuzağına bırakıyor bizi?
Her gün Niagara sendromu yaşayan gençlerimizi derin dehlizlerden korumanın ve kurtarmanın çaresi nedir?
Zamanı lehimize nasıl çevirebiliriz?
Varlık gayemize uygun hayatı nasıl yakalayabiliriz?
Önümüzdeki derelerden habersiz yaşamak gafletini behemal atmadan çareyi yakalayamayız.
“Gençlik bir güldür.Güle su verilmezse söner, solar ve belki de gittikçe kurur. Aynen öyle de, gençliğin âb-ı hayatı İmândır.”
Sözde medeniyet fantezileriyle Şeytanla işbirliği yapan ifsat komitelerinin çıkardığı yangınlar, ancak ve ancak Kur’ânın nuruyla söndürülebilir. Tehlike ve tuzaklardan ancak Sünnet-i Seniyye zırhıyla korunulabilinir.
Narın devası nurdur. Sefahetin panzehiri ibadet ve takvadır.
Hadiseler karşısında saman çöpü gibi savrulmamak için, ‘Hablül metîn/ en sağlam ip’ olan Kur’âna sarılmaktan başka çaremiz yoktur.
Beşer, aklını başına almalı, İlâhî irade ve kurallara boyun eğmelidir.
Onu kurtaracak olan; yaratılışa uygun bir hayat tarzını dizayn etmek ve uygulamaya koymaktır. Gerisi boş hayaller, dipsiz gayeler, sonuçsuz emeller…
“Ey insan! Düşün, sen alâküllihal öleceksin. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!”