Olmadı!
Aylardır beklediğimiz isim verilmedi.
Neden mi bahsediyorum?
Türkiye’nin şu anda aktif asma köprüleri arasında en büyük 3. köprüsünden…
Yirmi beş yıldır kapalı olan Adıyaman-Kâhta-Siverek-Diyarbakır yolunu trafiğe açacak muazzam sanat eserinden…
Köprü, köprü olduğu kadar ismi de çok önemliydi.
Geçen Ocak ayında köprünün ismi ile alakalı bir öneri yazısı yazmıştım.
Sulh rüzgârlarının estiği bir dönemde, kardeşlik hukukunun neşvü nema bulacağı bir zeminde Türklerin ve Kürtlerin ortak değeri olan Said Nursi isminin köprüye verilmesini istemiştim.
Hem de gerekçeleriyle beraber.
Hatta Başbakan Sayın Davutoğlu’na mektup da yazdım.
Ama dikkate alınmadı.
Ya da Sayın Cumhurbaşkanı’na ve Sayın Başbakan’a bu isim önerilerimiz ulaşmadı, ulaştırılmadı.
Eminim; Said Nursi ismi üzerinde olumlu fikirlerini yansıtacaklardı, eğer duysalardı.
Said Nursi, bütün mücadele-i ömrünü tüm halkların kardeşliği için sarf etmiş bir Şark kahramanı.
İmanı ve imanın esası olan hürriyeti hem Türklere, hem Kürtlere anlatmış.
Kardeşlik hukukunu muhafaza etmek için ‘uhuvvet risalesini’ telif etmiş.
‘Her birinizin Halık’ınız (yaratıcınız), peygamberiniz, kıbleniz, memleketiniz bir, bir, bir; bine kadar bir, bir’ diyor kardeşlik risalesinde.
Kendisi Bitlisli olduğu kadar; Kastamonuluydu, Vanlıydı, Ispartalıydı, Diyarbakırlıydı, Afyonluydu, Rizeliydi, İstanbulluydu aynı zamanda…
Onun eserlerinde Kürt meselesi gibi en önemli bir meselemizin reçetesi bulunuyor.
‘İslam’a bayraktarlık eden bu millete (Türklere) kılıç çekilmez’ diyor.
Kürtler için; ‘500 senedir yattığınız yeter, artık Kuran’ın sabahında uyanınız’ diye telkinde bulunuyor.
Sözler adlı eserinde ise; ‘Eğer o katl, bir adavetten (düşmanlıktan) ve bir kinli garazdan gelmemişse ve bir münafık o fitneye vesile olmuş ise, çabuk barışmak elzemdir. Yoksa o cüz’î musîbet büyük olur, devam eder. Eğer barışsalar ve öldüren tevbe etse ve maktule (ölene) her vakit duâ etse, o halde her iki taraf çok kazanırlar ve kardeş gibi olurlar.’ ifadelerini kullanarak barışın gerekliliğine vurgu yapıyor.
Ve sanki bir millet kürsüsüne çıkmış, tüm topluma şu ifadeleri kullanıyor Said Nursi; ‘İttifakta kuvvet var. İttihadda hayat var. Uhuvvette (kardeşlikte) saadet var. İtaat-i hükümette selâmet var. Hablü’l metin-i ittihada (ittihadın sağlam ipine) ve şerit-i muhabbete (muhabbet şeridine) sarılmak zaruridir.’
Osmanlı İmparatorluğu yıkılınca İngilizler, Ermeni ve Kürtlerden bölücü fikirleri olan iki kişiyi Paris konferansına davet ediyor. Bunlar Bogos Nubar ve Şerif Paşalardır. Bu iki paşa ve devletin bekası için Said Nursi tam o dönemde şu müthiş sözleri sarf ediyor:
‘Kürtler, yabancı himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler. Eğer Kürtlerin inkişaf serbestliğini düşünmek lazım gelirse, bunu Bogos Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i Aliye düşünür.’
Yine ilk eserlerinde son bir vasiyette bulunuyor: ‘Son vasiyetim şudur: Okumak, yine okumak, yine okumak! Sonra, birbirinizin elini sıkı tutmak, ittihat etmek, ittifak âleminde yaşamak!’
Bunun gibi birçok eserlerinde Kürt ve Türk milletlerinin kardeşliğini ve beraber ittifak etmelerini dile getirmiştir Said Nursi. Bunu başka bir makalede genişçe yazacağım inşallah.
Ancak günümüzde çözüm süreci ile ilgili önemli bir yol alındı. Bölgeyi gezen ve müşahede eden biri olarak çözüm sürecinin etkisi hakikaten gözler önünde.
Biz de çözüm sürecine katkı olur diye köprüye Said Nursi isminin verilmesini önermiştik.
Bu köprünün finansal fonksiyonundan öte bir başka manası var.
Bir taraf Anadolu toprakları, diğer taraf Mezopotamya… Anadolu’yu Türk, Mezopotamya’yı Kürt metaforu ile ele alabiliriz.
Ve altında akan nehir ise hadislerde rivayet edilen Fırat nehri…
Bu üçlü birlikteliğe elbette önemli bir isim gerekti; Anadolu ile Mezopotamya’yı ya da Türklerle, Kürtler arasında köprü olacak bir isim olmalı bu.
Avrupa ile Asya birlikteliğine nasıl Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim isimleriyle köprülere mana yüklenmişse buraya da çözüm sürecine mana katması amacıyla Said Nursi konmalıydı.
Ama yazımızın mukaddimesinde dediğimiz gibi, olmadı.
İnşaatın başından beri anılan ‘Nissibi’ ismi verildi.
Nissibi, orada bir köyün adı olmakla beraber Piri Reis’in dünya haritasında Nemrut dağı eteklerini kapsayan ve ‘toplanma’ manasına gelen Süryanice bir isimmiş!
Nissibi’nin çözüm sürecine isim olarak katkı sağlayacağını bilemiyorum ama Said Nursi gibi olamayacağı aşikâr.
Selahaddin-i Eyyubi gibi, Ehmedé Xanî gibi, Melayé Cızîrî gibi manalar da katacağını hiç sanmıyorum.
O yüzden vakit ilerlemeden isminde değişikliğe gidilmesini istikbalimiz açısından önemli buluyorum.
Yakında inşallah Ayasofya zincirlerini kıracak kadar güçlenmiş bir iktidar’ın Kürt meselesine, çözüm sürecine katkı sağlamakla Nissibi köprümüzün adını ‘Said Nursi köprüsü’ olarak değiştirmesi çok suhuletli olacak.
Hem Türkleri hem de Kürtleri sevindirip, çözüm sürecini inkişaf ettireceksiniz.
Hem de dönemin hükümetlerince haksız yere kasabadan, kasabaya; zindandan zindana sürgün edilen Nursi’ye bir de ‘özür’ manası yükleneceksiniz.
Neden mi? Sadece biri:
Tarihin necis çöplüğüne gömülen dönemin Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın sarığı yüzünden Nursi’ye yaptığı hakaretleri duymayan yok.
Tabi O’nun da; ‘Bu sarık, bu başla çıkar’ diyerek meydan okuyuşunu da!...
Twitter: @OMRCELEBI
“Nissibi - Said Nursi köprüsü ve Kürt meselesi”
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.