Cezâlet, Kur’an’ın belağat ve i’câzı açısından önemli bir temeltaşı niteliğindedir. Cezâleti anlamak için belağat üstadlarının ve nakkadlarının eserlerine müracaat etmek gerekmektedir.
Cezâlet konusunu islam edebiyat tarihinde ilk kez gündeme alan kişi, usul ve edebiyat alimi el-Amidî’dir (ö:631/1233).[1] Amidî, Ebu Temmam (ö:231/846) ile Behterî’nin (ö:2/624) yazmış oldukları şiirler arasında karşılaştırma yaptığı ‘el-Muvazenetu beyne Ebi Temmam ve’l-Behterî’ adlı eserinde, şiirlerin kritiğini ‘Amûdu’ş-Şiir’ kriteri bağlamında yaparken, cezâlet konusunu da ‘Amûdu’ş-Şiir’ kriterinin bir parçası olarak işlemiştir.[2] Ancak bu konuyu sistematik bir şekilde ilk kez inceleyen kişi ise el-Merzûkî’dir (ö:421/1030). El-Merzûkî Arapça yazılan bir şiirin diğer şiirlerden daha iyi olduğunu anlamak için yedi kriter belirlemiştir. Bu kriterlerin hepsine birden ‘Amûdu’ş-Şiir’ (şiirin sütunu) demiştir. Merzûkî’nin belirlediği yedi kriterden ikincisi ‘Lafzın cezâleti ve müstakim oluşu’[3]dur.
Amûdu’ş-Şiir ıstılahı ile Amidî ve Merzûkî, cahiliye dönemindeki şiirleri baz alarak bir şiirde belağat ve kalitenin olup olmadığını kastetmişlerdir. O halde cezâlet, şiirin sağlamlığını gösteren bir sütun yahut direk mahiyetindedir. Merzûkî şiirin cezâlete uyup uymadığını 1. Kullanılan ifadenin tabiatının cezâlete uyup uymadığına bakarak, 2. Cahiliye şiirlerinden gelen rivayetlere uyup uymadığına bakarak, 3. Pratik sahada bunun kullanım alanının olup olmadığını tespit ederek anlaşılabileceğini söylemiştir.[4]
Dolayısıyla genel anlamda ‘Amûdu’ş-Şiir’ özel anlamda cezâlet, lafız ile mana arasındaki hassas münasebetin ölçüsünü belirleyen bir terazi gibidir. Bu terazinin dengesini bozan durumlardan bir tanesi, bazen çok parlak gibi görünen bir ifadenin, yerinde kullanılmayıp ifadedeki estetiği bozduğu gibi cezâletin de kaybolmasına vesile olmasıdır. ‘Evet, herşeyi istidadı nispetinde terfi etmek lâzımdır. Zira görünüyor ki, göz, burun gibi bir âzâ ne kadar güzel olursa, hattâ altından olursa, haddinden büyük olduğu halde sureti çirkin eder.’[5]
Amidî ve Merzûkî gibi muhakkik alimler şiir tenkidi yaparak, kelam-ı Mudarî’nin kriterlerini koyarak muhafaza etmeselerdi, Arap belağat ve şiirinin fıtri yapısı bozulmayla karşı karşıya kalacaktı, hatta Kur’an’ın nazil olduğu dönem açısından ifade ettiği edebi değerini anlamakta bizler zorluk çekecektik; ‘Evet, nasıl ki ihtilât-ı A'câm ile kelâm-ı Mudarî'nin melekesi fesada yüz tutmakla muhakkikîn-i ulema o melekeyi muhafaza etmek için ulûm-u Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler.’[6] Onun için doğru ve fıtri olan kadim Arap şiirinin ne olduğunu bilmek, ondaki belağati oluşturan temel unsurları bilmek, son derece önem arzetmektedir. Bunun için şiirde lafız ile mana arasındaki fıtri dengeyi lafzın lehine bozup lafızperest denmeye seza olan Makâmât adlı eserin sahibi Hariri’nin (ö:516/1122) lafızperestlik yönünü Bediüzzaman hazretleri tenkit etmiştir.[7]
Şimdi de cezâleti istilahi manada anlamaya çalışalım. Cürcânî (ö:471/1078) cezâleti ‘nazmın şerefi’ şeklinde tanımlamıştır.[8] Ebu’l-Bekâ el-Kefevî (ö:1095/1684) ise cezâleti rakîk/ رقيق kelimesinin zıddı şeklinde tanımlamıştır.[9] Rakîk/رقيق kelimesi yumuşaklık ve letafet manasını taşıdığına göre, cezâlet te hamaset ve sertliği ifade eder. Belağat mütehassıslarından Abdulazîm Mut’înî, bir metinde cezâletin tahakkuk etmesi için, lafzın argo ve mübtezel olmaması ile ğarib ve edebe aykırı olmama kriterlerini getirerek, bu kriterlerin de herkesin o lafzı tanıyıp konuşmalarında onu kullanmıyor olmasıyla bilinebileceğini söylemiştir.[10]
İbnu’l-Esîr (ö:630/1233) ise Lafızları cezle ve rakîk/ رقيق olmak üzere ikiye ayırarak; Herbirisinin güzelliğinin, kullanıldıldığı alan itibariyle ortaya çıktığını ifade etmiştir;
‘Cezle lafızlar, savaşa ait meseleleri tavsifte, tehdid ve korkutmada kullanılır. Rakîk/ رقيق lafızlar ise, özlem ve hasret belirten ifadelerde kullanılır. Sevdiğin şeyleri temennisini yaparken, duyguların hassaslaşması anında yaparsın. Cezle ile, vahşi ve hiç kullanılmayan kelimeleri kastetmiyorum. Tam aksine, cezle ile ağızda tatlı, kulağa da hoş gelip, metîn olan lafızları kasdediyorum. Bunun gibi rakîk/رقيق olan ile de rekîk/ركيك olan, kötü olan lafızları kasdetmiyorum. Belki latif, haşiyesi rakîk/رقيق olup, hissedilen bir yumuşaklığı olan lafızlardır. Kur’ân’da cezle lafızlara örnek istersen, kıyâmet günündeki hesap, azab, mîzân, sırat, ölüm, dünyanın terki gibi konulu olan âyetlere bak. Buralarda vahşet ve ğarabet yerine, lafızlarda metânet vardır. Daha sonra rahmet, re’fet, mağfiret, nebiler ve Allah’a yönelen insanlara yapılan hitaptaki mülâtefe’ye bakarsan, burada zayıf ve kötü lafızların yerine, hoş ve tatlı lafızlar vardır. Cezle lafızlara Kur’ân’dan bir örnek verecek olursak, Zümer sûresi 68. âyeti verebiliriz;
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ
“(O gün) sûra üflenecek, ardından -Allah’ın diledikleri dışında- göklerde ve yerde bulunanların hepsi düşüp ölecek; sonra sûra yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar.’’
Rakîk/رقيق lafızlara ise Kur’ân’dan Duhâ sûresinin ilk üç âyetini verebiliriz;
والضُّحَى ، واللَّيلِ إِذَا سجَى ، ما وَدَّعَكَ رَبُّكَ ومَا قلَى
“Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı..’’ [11]
Bediüzzaman hazretleri ise cezâlet ile metaneti birlikte zikredip bu iki ıstılahı mana açısından birirbiyle ilişkilendirdikten sonra, metanetin/sağlamlığın Kur’an‘ın nazmındaki estetikte de ortaya çıktığını ifade etmiştir;
‘Kur'ân'ın nazmında bir cezâlet-i harika var. O nazımdaki cezâlet ve metaneti, İşârâtü'l-İ'câz baştan aşağıya kadar bu cezâlet-i nazmiyeyi beyan eder. Saatin saniye, dakika, saati sayan ve birbirinin nizamını tekmil eden ne ise, Kur'ân-ı Hakîmin herbir cümledeki, hey'âtındaki nazım ve kelimelerindeki nizam ve cümlelerin birbirine karşı münasebâtındaki intizamı öyle bir tarzda İşârâtü'l-İ'câz'da âhirine kadar beyan edilmiştir.‘[12]
Bediüzzaman hazretleri ve Abdülkahir Cürcânî cezâleti nazımla ilişkilendirerek, cezâletin sadece manasında ve lafızların konuya göre seçilmesinde olmayıp, Kur’an’ın lafızlarının dizilişinde takip edilen usul ve tarzda da ayrı bir metanetin/cezâletin varlığına işaret ederek, cezâletin lafzın estetiğinde de mevcudiyetine dikkat çekmişlerdir. Yani adeta inşaatın yapımında kullanılan demir ve çimentonun kalitesi inşaatın sağlamlığını ve metanetini gösterdiği gibi, mimarisindeki estetikte de ayrıca bir derece, bir kalite bulunabilir, demişlerdir.
Dolayısıyla Bediüzzaman hazretleri cezâleti hem İbnu’l-Esîr ve El-Kefevî gibi rakik/ رقيق kelimesinin zıddı manasında, hem de Cürcânî gibi nazımdaki estetik manasında kullanmıştır. Risale-i Nur’da haşir ile alakalı meseleler izah edilirken kullanılan cezâlet kelimesi birinci manada, İşaratü’l-İ’caz’da kullanılan cezâlet kelimesi ikinci anlamda, Mucizat-ı Kur’aniye risalesinde [13]وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ ayetindeki cezâleti izah ederken de her iki anlamda kullanılmıştır.
[1] El-Amidî, El-muvazenetu beyne Ebî Temmam ve’l-Behterî, c.1, s. 293.
[2] El-Amidî, El-Muvazene, c.1, s.423.
[3] El-Merzukî, Şerhu divanu’l-Hamase, c.1, s.9.
[4] El-Merzukî, a.g.e., 1/9.
[5] Said Nursi, Muhakemat, s. 100.
[6] Said Nursi, a.g.e., s. 20.
[7] Said Nursi, a.g.e., s. 88.
[8] Abdülkahir Cürcanî, Delâilü’l-İ’câz, s.59.
[9] El-Kefevî, Külliyyat, s. 353.
[10] Abdulazîm Mut’înî, Hasâisu’t-Ta’bîru’l-Kur’ânî ve Simâtuhu’l-Belâğiyye, s. 99
[11] İbnu’l-Esîr, el-Meselu’s-Sâir fî Edebi’l-Kâtibi ve’ş-Şâir, s. 185-187
[12] Said Nursi, Sözler, s. 496.
[13] "Andolsun, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa,..." Enbiyâ Sûresi, 21:46.