Üslub, dili kullanma sanatıdır. Dil insanlar arasında iletişimi sağlamak için bir alet ise, bu aleti en etkili bir şekilde kullanma sanatı veya ustalığı ise üslub yahut stilistiktir.
Stilistik aynı zamanda dilin sosyal ve psikolojik alanıyla alakalıdır.[1]
Edebi eserlerde farklı farklı stillerin oluşu, her makamda her stilin kullanılmasının doğru olmadığının da bir manada bir göstergesidir. Şiirde kullanılan üslub ile roman veya hikayelerde kullanılan üslub, edebi eserlerde kullanılan üslub ve ilmi eserlerde kullanılan üslublar farklı farklı makam ve seviyeleri gösterir.
Bu hakikat aynı zamanda üslub ile maksad arasındaki ilişkinin ne denli şiddetli olduğunun da göstergesidir. Üsluba, kullanıldığı alanın kabiliyeti nisbetinde parlaklık verilmesi gerektiğini, aksi halde edebe karşı edebsizlik yapılmış olacağını, Bediüzzaman hazretleri bir edebî ihtar şeklinde bizlere aktarmıştır.[2] Yani maksadımız bir çocuğa bir ekmek veya bakkaldan herhangi bir şeyi aldırmaksa, orada şiir vezniyle maksadımızı ifade etmemiz, bizi sadece komik bir duruma düşürecektir.
Bu durum Hz. Musa’nın Medyenden dönüşü esnasında Allah c.c. ile aralarındaki hitapta da çok açık bir şekilde görülmektedir. Hz. Musa tartıştığı Kıpti’yi öldürdükten sonra Medyen’e göçetmek zorunda kalmıştır. Medyenden dönüşü esnasında onu bir sürpriz beklemektedir. Yolculuk esnasında karanlığın çökmeye başlamasıyla yollarını aydınlatmak için veya gece ısınmak için ihtiyaç duydukları bir ateş parçası bulmak üzere ailesinden uzaklaşır. Az sonra bir nur hüzmesini ateş sanıp ona doğru ilerlediğinde, onun ateş olmadığını, bir nur olduğunu anlar ve bu esnada kendisine vahyedilir.
Gelen vahiy, onun Medyen hayatından sonraki süreçte alacağı görev ile alakalıdır. Görev, içinde büyüdüğü firavunun sarayına tekrardan dönüp Firavun ve sarayındakileri Allah adına uyarmasıdır. Firavun, sihirbazlar aracılığıyla halkı manipüle edip kendi iktidarını konsolide etmektedir. Hz. Musa’nın Firavun’a karşı etkili olabilmesi için sihirbazların sihrini bozabilecek bir silaha ihtiyacı vardır. Vahiy, ona bu bilgiyi, evvela onu ürkütmemek ve psikolojik manada zora sokmayacak bir diyalog geliştirerek vermektedir. وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى ᅠ’Şu sağ elindeki nedir, ey Musa?’[3]
Burada Hz. Musa’ya verilecek olan silah, asanın yılana dönüşmesi gibi dehşetengiz bir hadise olduğundan, Hz. Musa’nın ürkmemesi için, kendisiyle bir çocukla veya çok sıradan bir insanla kurulan bir diyalog kurulmuştur. Biz de bir çocukla diyalog kurmak istediğimiz zaman, ‘Gel bakalım, nedir o elindeki oyuncak?’ şeklinde cümleler kurarak evvela çocuğun ürkmemesini ve onunla bir ünsiyeti sağladıktan sonra asıl diyalogumuza geçeriz.
Stilistik veya üslubu, islam dünyasındaki alimler daha ilk dönemlerde incelemeye başlarken, batı dünyası son iki asırda bu alanla ilgilenmeye başlamıştır. Ebu Muhammed el-Kâsım eS-Sicilmâsî (ö. 1304) ‘el-Menzeu’l-Bedî fî tecnisî esâlibi’l-Bedî’ (Bedî konusundaki üslubların sınıflandırılması) adlı eseriyle belağat ve stilistik ilişkisini incelemeye çalışırken, Cürcânî (ö. 1078) de nazım nazariyesiyle aynı zamanda Kur’anda üslub ve stilistik boyutunu masaya yatırmıştır. Abdülkahir Cürcanî nazım nazariyesiyle yeterli bir kelime hazinesine veya düz bir nahiv bilgisinin sözü değerli kılmak için yeterli olamayacağını ifade ederek, bu iki aracın kullanılma ustalığıyla ifadelerin değer kazanacağını ifade ederek, Kur’andaki yüksek üslubun/i’câzî üslubun kaynaklarını, edebi müfredatları analiz ederek tespit etmeye çalışmıştır. [4]
Cürcanî, Kur’anın nazmında kullanılan takdim ve te’hir, zikr ve hazf, tarif ve tenkir, idmar ve izhar, hakikat ve mecaz, teşbih ve temsilleri inceleyerek i’câzî üslubun da edebi kaynaklarını ortaya çıkarmıştır. Bu edebi teknikler ne kadar ustaca kullanılırsa, maksud mana da muhatab üzerinda o kadar etkili olur. Bu belağat tekniklerine Mekkî ayetlerde daha yoğun bir şekilde rastlanmaktadır. Kur’andaki Medenî ayetler, Mekkî ayetlere nisbeten beyan üslubu açısından biraz daha sade sayılırlar. Muhataba karşı, imani meselelerden çok fer’i meselelerin, toplumsal meselelerin izahı ve bunlara ait hükümler gündemde olduğu için, bunların beyanında makamın gereği, daha sade bir üslub tercih edilerek Mekkî ayetlerdeki îcaz ve diğer belağat tekniklerine yoğun olarak rastlanmaz.
Dolayısıyla Kur’anın insanlar üzerinde bırakmış olduğu etki, tercih etmiş olduğu üsluplarda aranmalıdır ki nihayetinde stilistik de yazarın okuyucu üzerinde bırakmış olduğu etkiyi, ifadenin stilini inceleyerek tespit etmeye çalışır.[5]
Bediüzzaman Hazretleri bugünkü stilistik alanının üstadlarının da kabul ettiği üzere, üslubu temel olarak üçe ayırmıştır;
- Üslub-u mücerred
- Üslub-u müzeyyen
- Üslub-u âli[6]
Üslubdaki bu alanlar mevzuuna göre belirlenir. Yani mevzu ne ise ona göre bir üslub tercih edilir. Mevzuyu fabrikaya benzeten Bediüzzaman hazretleri, başka fabrikalardan alınacak ürünlerin üslubu da menfi manada etkileyerek konunun muhatap üzerindeki tesirini azaltacağını müdafaa etmiştir. Dolayısıyla üslub elbisesi mevzunun kendi fabrikasındaki ürünlerle dikilmelidir.
Hastanede derdini doktora anlatmaya çalışan bir hastanın mücerred üslub yerine ali bir üslubu veya müzeyyen/şaşaalı bir üslubu tercih ettiğinde maksadının aksiyle tepki görmesi kuvvetle muhtemeldir. Aynı şekilde doktorun hastaya yapacağı tavsiyelerin taziye davetnamesine dönmemesi için, tercih edeceği üslup açısından son derece önem arzetmektedir. Ancak bir tüccarın kendi malını satmak isterken müşaşa ve müzeyyen uslubu kullanması, yerine göre terğib ve terhib tekniğini kullanması yerindedir. Onun için yine Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle hangi makamda isek, o makama muvafık üslubun ürünlerine kanaat edip dışarıdaki ürünlere boykot uygulama irade ve kuvveti gösterdiğimiz oranda, kelamımızın muhatap üzerindeki tesiri de makul seviyede kalacaktır.
Dolayısıyla üslublar insanların seviyelerinin veya sosyal konteksin gereği olarak, تَنَزُلاَتٌ اَوْ تَرَفُعاَتٌ بَشَرِيَةٌ اِلَي عٌقٌولِ الْبَشَرْ ya yukarıda tutulur veya sade bir üsluba kanaat edilir. Kur’anda kullanılan üslub ise rahmet-i ilahi gereği تَنَزُلَاتٌ اِلاَهِيَةٌ اِلَي عُقُولِ الْبَشَرْ insanın anlayacağı seviyede tutulmakla beraber, iddialarındaki ciddiyet, etrafında döndüğü hakikatler yüksek olduğu için üslubu da yüksektir.