İnsan diğer canlılara kıyasla üstün bir şuura sahip olduğunu bilir ve belki tam da bu bilgisinden dolayı hemen her meseleyi "kendisini merkeze alarak" değerlendirir, malum. Yarasalar çirkindir mesela ona göre, kediler vefasızdır. Ya da bazı üst sınırları anlatmak babında 'Karun kadar zengindir' kimileri, saltanatın zirvesi Sultan Süleyman’dır, sevdiğimizi 'dünyalar kadar' severiz ve kuvvetin timsali 'Herkül-ü Yunanî veya Rüstem-i İranîdir' örneğin...
Ne var ki, insanın bir noktaya kadar normal ve kaçınılmaz bir değerlendirme kıstası olan ve evreni yaptığı kıyaslamalarla tanıyan/tasvir eden o çok güvendiği şuuru, konu Cenab-ı Hakk'ı düşünmek olunca kimi zaman 'böylesi hata ancak şuurla yapılabilir!' denilecek türden hataların da sebebidir.
Nitekim vahyin selametli yolunun takip edilmediği her meselede olduğu gibi, Uluhiyet hakikatini 'kendi marifetiyle' ve vahiyden bağımsız şekilde bulma hevesine kapıldığı anlarda şuurumuzun çıktığı yolcukların sonu da, hemen her seferinde çıkmaz sokaklar ve kör kuyular olacaktır.
Tıpkı Rabbimizi düşünürken bunu bazen sadece kendi noksanlık veya yücelik kriterlerimizle yapma sınırlılığımız gibi.. Daha doğrusu, kendi noksanlıklarımızdan münezzeh saydığımız Rabbimizi takdis etmeye sıra geldiğinde, bunu dahi kendi yücelik sınırlarımızla yapabilmemiz gibi..
Oysaki Rabbimiz idrak edebildiğimiz tüm noksanlıklardan münezzeh olduğu gibi, bilebildiğimiz tüm 'yüceliklerden' de beridir!
Dahası O'nun kudreti, Zat-ı Kudsiyesi ya da sıfatları ve esmasındaki tüm tecelliyâtı gibi konuları idrakimizin 'sınırsızlığında' tarif edilebilir sanmak, aslında faili olabileceğimiz en büyüğünden bir hatadır.
Zira konu O (C.C.) olunca, şuurda ulaşabileceğimiz tüm zirve noktalarımızın toplamı dahi ancak ve ancak "acizlik" olacaktır!
Öyle ya, "acizliğimizin idrakini" bu hususta varabileceğimiz son idrak noktamız sayan ehl-i idraktan Hz.Ebubekir'e (r.anh) atfedilen şu cümle, aslında hem girizgah hem de sonuç cümlesi olabilecek şekilde meseleyi nasıl da manidar özetliyor: "(Zat-ı Uluhiyetini) idrakteki acizlik, idraktir!".
Elhasıl, mutlak surette farkında olmamız gereken bir hakikattir ki; "hiçbir suretle mümkinata müşabeheti (yaratılmışlara benzerliği) olmayan Cenab-ı Hakk", idrak edebildiğimiz tüm noksanlıklardan olduğu gibi idrak ve hayal sınırlarımızdaki tüm yüceliklerden de münezzehtir...