“Nokta” Risalesi ve imanın hayata hükmetmesi
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin te’lif edip 1921 yılında İstanbul Evkâf-ı İslamiye Matbaasında bastırıp meccanen dağıttığı eserlerinden birisi de “Nokta” Risalesidir. Bu risalenin Hicri basım tarihi 1339, Rumî karşılığı ise 1337 tarihidir.
Risalenin te’lif amacı kitabın girişinde de ifade edilmiş olduğu gibi “Min nûri ma’rifetillah” yani Marifetullah nurundan bir noktayı izah etmektir. Bediüzzaman’ın daha sonra telif ettiği 20. Mektubun mukaddimesinde ifade ettiği gibi “hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır.” (Mektubat, 2004, s.374)
Nokta Risalesinin başında kitabın amacını da güzel bir temsil ile açıklayan Bediüzzaman “Bir bahçeye girsem iyisini intihab ederim. Koparmasından zahmet çeksem hoşlanırım. Çürüğünü, yetişmemişini görsem ‘Huz mâ safâ” (Sen iyisini al) derim. Muhataplarımı da öyle arzu ederim” demektedir. Bu temsil ile Bediüzzaman dünyayı bir bahçeye insanı da bu bahçeye giren bir insana benzetir. İnsan Allah’ın kâinat şehrinin dünya bahçesine gönderilmiş bir misafirdir. Bahçe sahibi olan Allah insanı bu bahçedeki nimetleri ona ihsan ederek ikram etmekte ve ondan şükür beklemektedir. Nimetler ise sadece ağza ve mideye hitap edenler değildir. Bunlar insanın bedenin ve nefsinin ihtiyaçları olmakla beraber insanın insaniyet yönü olan kalb, ruh ve aklına hitap eden “ilim, hikmet ve marifetullah” meyveleridir ki hepsi bu bahçenin en güzel meyveleridir.
İnsan sadece mideden ibaret değildir. Bahçe sadece insanın günlük ihtiyaçlarına, bedenine ve midesine hitap etmek için yaratılmamıştır. Bu bahçede göze hitap eden mükemmel renkler ve şekiller, kulağa hitap eden sesler ve cıvıltılar, diline hitap eden tatlar bulunduğu gibi aklına hitap eden sanatlar ve manalar, kalbine hitap eden marifetullah nurları da vardır. Elbette günlük ihtiyaç dilinin basitliği ile bu manalar ifade edilmeyecektir. Birincisini koparıp yemek çok kolay ve basittir; ama akla, kalbe ve ruha hitap eden manalar, sanatlar, marifetullah nurlarını herkes kolaylıkla alamaz ve koparıp istifade edemez. Bunun için “koparmasından zahmet çeksem hoşlanırım” demektedir. Bu yüksek manaları ifade etmek için yüce manaları ifade eden kelime ve kelamlar ile ilmî dili kullanmak gerekmektedir.
Her âlet her işi göremez. İğnenin yaptığı işi kazma yapamaz. Yüksek manaları ifade eden kelimeleri de herkes kolayca anlayamaz. Anlamak için zahmet çekmek ve yorulmak gerekir. Bunun için Bediüzzaman’a sorarlar: “Sözlerin iyi anlaşılmıyor?” Basit yazsan da herkes anlasa olmaz mı? Neden anlaşılmaz yüksek bir üslup kullanıyorsun? Sebebi nedir?
Bediüzzaman Cevap verir: “Bilirim kâh minare başında, kâh kuyu dibinde konuşuyorum. Neyleyeyim zuhurat öyle.” Bu ifadelerden marifetullah delillerinin ve şualarının her yerde bulunduğunu anlamakla beraber Bediüzzaman’ın bunları sadece akla hitap etmek için değil, kalbe, ruha, sırra ve insanın pek çok duygu ve kabiliyetlerine hitap etmek amacı ile “zuhuratla” yan ilhamla yazdığını anlamaktayız.
“Şu kitapta mütekellim âciz kalbimdir. Muhatap âsî nefsimdir” ifadeleri kalb ile nefis arasındaki mücadeleyi ifade etmekte ve kalbin nefsi ikna etmek için onunla konuştuğunu belirtmektedir. Yani bu ifadeler kalpten çıkmaktadır.
“Müstemî, müteharri-i hakikat bir Japondur. Temaşa eden bunu düşünmeli” ifadelerinden ise kitabın gerçekleri ifade etmek amacı ile yazıldığını ve ancak gerçeği araştıranların istifade edebileceğini belirtmektedir. Bir bahçeye benzeyen bu eseri okuyanın bunları dikkate alarak okuması gerektiğini ifade etmektedir.
Bediüzzaman bu kitapta “Gayetü’l-gâyât olan marifetullahın” sayısız delillerinden muazzam dört burhanına işaret etmektedir. Bununla beraber “nazar-ı aklîyi hads-i kalbî ile birleştirerek” bu hakikatleri ders vermektedir. Bunu yaparken de imanın altı rüknünden tevhidi ispat etmekle beraber, nübüvvet, melâike, haşrin delillerine de ima ederek bir bütün halinde tevhidin yüksek hakikatlerini ortaya koymaktadır. Bu sebeple elbette ifadelerinde ancak merakla, aşkla ve şevkle, zorlanarak bu hikakat meyvelerini koparıp akıl ve kalp midelerinde sindirilebileceğini belirtmektedir.
Evet, aklın ve kalbin anlayacağı yüce hakikatler elbette basit bir üslupla ifade edilemez ve bunu basit günlük ihtiyaç dili anlatamaz. Bunun için her okuyan kolay bir şekilde anlayamaz. Bediüzzaman bu hususları kitabın girişinde kısa ve öz bir şekilde ifade etmektedir. Kendi kalb ve nefsini örnek göstererek bizleri de kalb ile nefis arasında münazaraya davet etmekte, kalb ve aklın kabul ettiği hakikatleri nefsin de ikna edilmesi ile ancak hayata geçirilebileceğini belirtmektedir. Bizlerin iman hakikatlerine inandığımız ve aklımızla da tasdik ettiğimiz halde hayatımıza yansıtmamamızın altında kalbimizin nefsimizi ikna edememesi gerçeği vardır.
İnsan kendi âleminde akıl ve kalbi ile kabul edip inandığı hususları münazaralarla nefsine de kabul ettirerek ikna etmelidir ki iman hayata hakim olsun.