Nur Talebelerinin görevi, ihlâs ve samimiyet çerçevesinde ve Allah rızası dairesinde hizmet etmektir. İman ve Kur’an hakikatlerini hiçbir karşılık beklemeden ve hiçbir şey istemeden yapmak ile yükümlüyüz. Tek hareket noktamız da; bu manevi cihadın Allah’ın emri olduğu ve neticesinin de Allah’ın rızasını kazanmak gibi, hayatta alabileceğimiz en büyük mükâfat olabileceğini hatırdan çıkarmamak olmalıdır.
Bu büyük ve muhteşem yolun yolcularının sahip olmaları gereken özelliklerinin başında da fedakârlık gelmektedir. Fedakârlık duygusu, müspet hizmetlere kanalize edildiği zaman kendi potansiyelinin çok çok üzerinde olacak bir şekilde, büyük zafer ve başarıları netice verebilir.
Yeryüzünün gördüğü ve görebileceği en güzide topluluk olan, Allah’ın medih ve senasına mazhar olan fedakâr ve muhlis Ashab-ı Kiram cemaati, Allah Resulünün etrafında dünyevi hiçbir maksat gütmeden, hatta sahip oldukları bütün dünyalıklarını feda ederek toplanmış, maddi ve manevi cihadın şahikalarına yükselmişlerdir.
“Benim ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tabi olursanız necatı bulursunuz’’ diyen Habib-i Ekrem(A.S.V.), bu büyük ve mümtaz camiayı ümmetine bütün fertleri ile numune-i imtisal olarak göstermiş; iman, teslimiyet, sadakat, fedakârlık, ubudiyet ve ihlasın kemal noktasında bulunan bu büyük ve nurlu topluluğu her vesile ile övmüştür.
Mekke’de her şeylerini bırakıp, Allah ve Resulünün emrine uyarak hicret eden ve bin bir zorluğun ardından büyük bir meşakkatle Medine’ye ulaşan Muhacirlerin her birisini, Medine’li bir Ensar ile kardeş kılan Allah’ın Resulü, kemalatın zirve-i balasında bulunan bu büyük insanların, muhteşem hasletlerinin bütün ümmeti için bir büyük misal olarak tezahür etmesine vesile olmuştur.
Bu büyük insanlardan bir tanesi de Medineli Ensar’dan olan Hz. S’ad bin Rebi’(R.A.) dir. Medine’de yaşayan ve zengin bir tüccar olan bu büyük sahabe, Akabe’de Hazreti Peygamber’e ‘’Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, kimseye iftira etmemek, hiç bir hayırlı işe karşı çıkmamak” konusunda biat eden on iki büyük insandan birisidir.
Bu on iki büyük sahabeye Hz. Peygamber Akabe biatı sırasında şunları söylemiştir: “Verdiği sözde duranın ücret ve mükâfatına Allah garanti vermiş, onlara Cenneti hazırlamıştır. Kim insanlık icabı, bunlardan birini işler de, ondan dolayı dünyada cezaya uğratılırsa, bu ona kefaret olur! Kim de yine bunlardan insanlık icabı birini işlerse, yaptığı o şeyi Allah gizler, açığa vurmazsa, onun işi Allah’a kalır. Dilerse onu bağışlar, dilerse azaba uğratır.”
Bedir ve Uhud savaşlarına katılan S’ad bin Rebi, büyük kahramanlıklar gösterdi. Uhud’da vücudu ok ve mızrak yaraları ile delik deşik edilerek şehit edildi. Hz. S’ad’ınşehid edildiğini haber alan Resul-ü Ekrem(A.S.V.) kıbleye dönerek mübarek ellerini kaldırdı ve şu şekilde dua etti:“Allah’ım! Sa’d bin Rebî’yi iyi karşıla, O’ndan razı ol. Allah ona rahmet etsin. Sağken de ölürken de Allah ve Resulü için nasihat ederdi.”
İşte İslâm'ı kabulü ile birçok işkenceye uğramış ve Habeşistan'a ilk hicret edenler arasında bulunan Hz. Abdurrahman bin Avf, Resûlullah'ın hicretinden sonra Medîne'ye geçmiş ve buradaResûlullah (A.S.V.) onu Hz. Sa'd bin Rebi' ile kardeş yapmıştır. Hz. Sa'd o kadar cömert ve temiz kalpli idi ki, kardeşi olan Hz. Abdurrahman'a her şeyini vermiş, hatta ona "Ey kardeşim! Ben zenginim. Her şeyimi ikiye bölüp paylaşalım. İki eşim var. Hangisini beğenirsen boşayayım, iddeti bitince onunla evlen." demiştir.
Hz. Abdurrahman buna razı olmamış ve ona: "Allah sana, malına, çoluk çocuğuna bereket ihsan etsin! Sen bana çarşının yolunu göster. Ben çalışıp kazanayım." diyerek kabul etmemiştir. Daha sonra çarşıya gidip ufak tefek şeyler satarak bir miktar kazanç sağlamış ve ticarete başlamıştır.
Buna benzer çok sayıda misal verilebilir. Hatta bazı sahabeler çok fakir oldukları halde her şeylerini Muhacir kardeşleri ile paylaşmış ve bu büyük hasletleri nedeniyle Rabbimiz, ‘’isar’’ olarak isimlendirilen bu fedakârlık duygusunu ‘’kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler’’ ayeti ile takdir etmiş ve bütün müminlere bir numune-i imtisal olarak göstermiştir.
Ensar’ın, Mekke’deki müşriklerin dayanılmaz zulüm ve baskılarına karşı her şeylerini terk ederek Medine’ye hicret eden Muhacirler karşısında göstermiş olduğu fedakârca ve kardeşçe yaklaşım, İslam’ın önündeki engelleri açmada en büyük anahtar görevini yapmış ve bu samimi ve ihlaslı yaklaşım ile yepyeni bir devir açılmıştır.
Medine’ye yerleşen ve çok sayıda fedakâr arkadaş ile birlikte Muhacir-Ensar dayanışmasını tesis eden müminler, ilahi rahmeti celp ederek İslam’ı, cihanın her tarafına cihangirane ve fetihten fetihe koşarak götürmüşlerdir.
Said Nursi, Nur Talebelerine Ashab-ı Kiramdaki bu muhteşem fedakârlık ve kardeşlik hasleti olan ‘’İsar’’ı misal olarak anlatırken şunları ifade etmektedir. ‘’Sahabelerin senâ-i Kur’âniyeye mazhar olan îsâr hasletini kendine rehber etmek, yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâstan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünkü hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstahaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de "Hizmetimin ücretidir" denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne, başka ehil ve daha müstahak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek, "Kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler." (Haşir Sûresi, 9]sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir.(Lemalar, sayfa; 154)
Said Nursi, bütün bu hasletleri nefsinde yaşamış, hiçbir zekât ve sadakayı kabul etmemiştir. Bu önemli tavrından dolayıdır ki, din adamlarına ve âlimlere bu noktadan yapılan saldırı ve tenkitler Said Nursi için millet vicdanında makesbulmamıştır. Bütün dünyalığını ve maddi varlığını bir eliyle taşıyabilmiş ve sürgün edildiği her diyara, atıldığı her hapishaneye tek eliyle taşıdığı bu sepeti ile gitmiştir.
İşte cihanda hiçbir şeye alet edilemeyecek kadar mukaddes ve ulvi olan iman ve Kur’an hizmetinde bulunurken, bu büyük ‘’İsar’’ hasletini her daim hatırda tutmalı, İlahi inayet, rahmet ve muvaffakiyeti celp etmek için de büyük bir dikkat ve ihtimam gösterilmelidir.
Ahiret yurduna ‘’Müflis’’ gitmemek için, uhrevi ve manevi hizmetleri, dünyevi ve fani bir bedele satmamak, kırılabilir değersiz camları baki elmaslara tercih etmemek gerekir.