Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
Bugün Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’in vefat yıldönümü. Gündüzalp hakkında kitap yazanlara Zübeyir Ağabeyi sorduk. İlk konuğumuz İbrahim Kaygusuz…
SİYASETLE TEMASI RİSALE-İ NUR HİZMETİ NOKTASINDAYDI
Zübeyir Ağabey, siyasilerle nasıl bir diyalog ve mesafe içindeydi?
Risale-i Nur’un hal ve hareketinin aynısı Zübeyir Ağabeyde de tezahür etmiştir. Yani Risale-i Nur hizmeti için her ne gerekiyorsa onun için uğraşırdı. Siyasetle teması, siyasetçilerle teması sadece Risale-i Nur hizmetinin tekâmülü, neşri ve yayını noktasındaydı. Onun ötesinde siyasilerle çok fazla samimi ve sıcak diyaloga hiçbir zaman girmemiştir.
Zübeyir ağabeyin düşüncesi şudur: “Biz her şeye Risale-i Nur için bakarız. Dünyaya da Risale-i Nur için bakarız, siyasi hadiselere de Risale-i Nur için bakarız. Binaenaleyh Risale-i Nur hizmetinin siyasilere taalluk eder bir cephesi ortaya çıktığı anda biz de o meseleden ötürü siyasilerle diyaloga gireriz.”
Ama bizzat kendisi siyasete girmemiştir. Mektuplar yoluyla, Nur Talebelerinin içinde seçkin insanları, siyasilerle konuşabilecek kişileri, Risale-i Nur hizmetini onlara anlatabilecekleri Ankara’ya gönderirdi.
DEĞİŞİME AÇIK BİR İNSANDI
Mesela buna rağmen o dönemlerde iki siyasi parti lideri ile Zübeyir ağabey muhatap olmuştur. Birisi Adnan Menderes’tir. Üstad’ın hayatta olduğu dönemlerde Üstad O’na mektuplar yazıyor. O yazdığı mektuplar ders mahiyetinde mektuplardı. Onları ulaştırıyordu. Sonraki dönemlerde Adalet Partisi ve onun başındaki şahıs, hem parti lideri hem başbakanlık yapmış Süleyman Demirel ile de mektuplar ve heyetler aracılığı ile diyalogları çok fazlaydı.
ZÜBEYİR AĞABEY YAYIN YAPMA ŞARTI: HİTAP ETTİĞİNİZ KİTLELER KENDİ NAMINIZA İŞ YAPTIĞINIZI HİSSETSİNLER
Peki, Zübeyir Ağabeyin algıladığı neşriyat hizmeti nasıldı? Nasıl bir neşriyat istiyordu?
Yayıncılık noktasında Zübeyir Ağabey Risale-i Nur’un neşri ile uzun süre boyunca, vefatından kısa bir süre öncesine kadar emek sarf etmiştir. Üstad’dan kalan bütün mektupları, lahikaları neşretme noktasında gayret göstermiş, onlar tamamlandıktan sonraki dönemlerde de Risale-i Nur hizmetinin daha geniş tabana yayılması, dünyaya ilanı ve neşri noktasında, yayınevlerinin açılmasında, matbaalarda çeşitli kitapların basılmasına, Risale-i Nur’un farklı matbaalarda basılması noktasında büyük emek sarf etmiştir.
Bu meselede de bizzat işin içinde değildir Zübeyir Ağabey. Yani işe öncülük etmiştir, yapmak isteyenlere kuvvet-i zahr olmuştur. Yani ille de şu tarz bir gazete çıkarmıştır demek doğru değildir. Yani, şu dergiyi çıkarmıştır veya bu tarz bir kitap… Bu Zübeyir Ağabeyde yok. Mesela biri yanına gelip diyor ki ‘Ağabey, şu noktada böyle böyle şeyler yapmak istiyoruz.’ O da onlara uygun ise onay veriyor. Veya onların rotasını çiziyor.
Mesela ilk İhlas Gazetesinin çıkarıldığı dönemlerde Said Özdemir ağabeyle Rahmetli İsmail Ambarlı ağabey Ankara’dan Eskişehir’e O’nun yanına gelip, “Biz gazete çıkarmak istiyoruz” diyorlar. O da onlara “Kardeşim yapabilirsiniz ama şu şu şartlarla” diye onlara şartları koşuyor. Tek şartı Risale-i Nur’un tarzı dışında bir şey olmamalı. Fakat “hitap ettiğiniz kitleler kendi namınıza iş yaptığınızı hissetsinler” diyor.
ZÜBEYİR AĞABEY SIFIR MERKEZİ ÖNEMSERDİ
O dönemlerde neşriyat yapılmasının en baskın sebebi Risale-i Nurlardır. Nur Talebeleri mahkemeye sevk edildikleri zaman herkes yazıyor ama beraat verdikleri zaman kimse bu haberi yazmıyor. O zaman bugünkü gibi iletişim vasıtaları yok. Sadece gazete var. Gazetelerde yayınlanması lazım ki, Anadolunun muhtelif yerlerindeki Nur Talebeleri haberdar olsun ve rahatlasınlar.
O nedenle derdi, “Bizim kendimize ait neşriyatımız olsun ki biz de bunu yapalım.” Ama tarafgir bir neşriyat istemiyor. Diyor ki; “sair insanlar sizin gazetenizde tarafgirlik havası sezerlerse aks-ül amel yapabilir.” Zübeyir ağabeyin bu tarz beyanları var. Bunu bizzat Zübeyir ağabeyin yanında kalmış olan ağabeyler dile getiriyorlar. Yani bir taraftarlık içine girmeden, herkese hitap edecek bir pozisyon almak lazım. Sıfır merkez var ya o önemli.
Yani insanların siyasi damarlarına dokunmadan, onların taraftarlıklarına, muhibbanlarına dokundurmadan hakkı ve hakikati yazmak, Risale-i Nur’a nazarları çevirmek. Maksat bu olmalı. Yani ilanihaye gazete de bir araçtır. Bunun damarları, hisleri, taraftarlıkları tahrik etmemesi lazım. Bu noktada Zübeyir ağabey çok hassas...
Mesela aslında Nefis Muhasebesi’ni farklı birine karşı yazmıştır. Ama orada hiç onun ismi geçmez. Umumi konuşur, isim vermez. O noktada kimsenin damarını tahrik etmemiştir. Kendi nefsine hitap eder gibi yazmıştır. İslam dairesi içindeki kendi mesleğine ve meşrebine aleyhindeki insanlara bile çok sevecen, güler yüzlü ve sıcak davranmasını bilmiştir. Bu noktada neşriyat yapılırsa bu hassasiyetlerin dile getirilmesi gerektiğini söylüyor.
ZÜBEYİR, ÜSTAD DEMEKTİR; ÜSTAD, ZÜBEYİR DEMEKTİR
Üstad’ı nasıl yansıtıyordu? Nasıl gösteriyordu?
Bazı sahabelerin Allah Resulünü savaşta muhafaza etmek için gösterdikleri cansiperane ahvali Zübeyir ağabeyde görüyoruz. Mesela Uhud Muharebesinde oklar Allah Resulü’ne geldiğinde bir sahabe önüne atlıyor ve ok gözüne geliyor. Zübeyir ağabey de diyor ki “Üstad hayattayken O’na gelen kurşunlar bana gelsin istiyordum. Benim her anım ve her dakikam sanki Üstad’a bir şey olacakmış gibi bir duygu içinde geçiyordu.”
Hayatta iken O’nu maddi varlığı ile muhafaza eden, vefatında da maneviyatını, ruhaniyetini yaşatan temsil eden biriydi. Zaten Üstad’ın vefatı sırasında -Tahiri ağabeyin ifadesidir- “Zübeyir, Üstad demektir; Üstad, Zübeyir demektir” diye tarifi var.
“Kardeşim Zübeyir ağabey söylüyorsa Üstad söylüyor” sözünü Tahiri ağabeye söyleten bir hakikat vardı. Tahiri ağabey, hakikaten evliya makamında bir insandır, böyle söylüyor. Yani her kim Zübeyir ağabeyi görmüşse, her kim Onunla temas etmişse, her kim O’nun dersini dinlemişse, her kim O’nun bir davranışına şahit olmuşsa O, Üstad’ı görmüş gibidir. Çünkü o ayniyle temsil ediyordu.
Gururu, enaniyeti bir tarafa atan, hayatın her anında benliğini bir tarafa atan, Üstad’ı ruhunda yaşatan bir insandı. Bizim O’ndan alacağımız çok dersler var. Yani bizim enaniyet dolu, gururla dolu, ben yaparım, ben ederim, bu işin merkezi benim diyen nefsimiz, Zübeyir ağabeyden çok uzak. Zübeyir ağabey Üstad’a çok yakındır, biz bu anlamda çok uzağız. O aynı zamanda Risale-i Nur’un da aynasıdır, Hz. Üstad’ın aynasıdır. Risale-i Nur, Hz. Üstad ve şahs-ı manevi O’nun adeta cesedinde bir araya gelmiştir. Ben böyle düşünüyorum.
ZÜBEYİR AĞABEY HİÇBİR ZAMAN TEK BAŞINA KARAR ALMIYOR
Bir de Zübeyir ağabeyin Üstad’ın vefatından sonra ağabeylere yaklaşım biçimi vardı. Nasıl bir münasebet içindeydi? Onlarla istişare nasıl yapardı?
Çok harika bir soru. Çünkü bu çok önemli bir mesele… Ağabeyler Üstad’ın yanında kalmış, hayatını O’na vakfetmiş insanlar. Risale-i Nur ve hizmetine ait bir karar alınırken hayatta olan ağabeylerin hepsinin onayını alarak, onlarla bizzat, birebir ya adam göndererek ya da kendisi ayağına giderek hepsini bir araya getirerek umumi meselelerde karar almaya gidiyordu.
Zübeyir ağabey bir karar almışsa o dönemdeki Nur talebeleri de biliyor ki hiç kimse itiraz etmeyecek. Zübeyir ağabey söylemişse Kastamonu’daki Mehmet Feyzi ağabey de, Ankara’daki ve Isparta’daki diğer ağabeyler de itiraz etmeyecektir. Çünkü “Zübeyir ağabey diyorsa doğrudur” derler. Bunu bile bile Zübeyir ağabey hiçbir zaman tek başına karar almıyor. Bir karar alırken şahs-ı manevinin gücünü işin içine katıyor. İstişarenin hakikatine riayet ediyor. Bu da O’nun muvaffakiyetini beraberinde getiriyor.
HİÇBİR ZAMAN NURCULUĞUN KAMUOYUNU HEYECANSIZ BIRAKMAMIŞTIR
Mesela o dönemde bir mesele olduğunda bütün ağabeyleri topluyor Isparta’ya kendisi onların ayağına gidiyor. Hiçbir zaman hiçbirinin aleyhinde konuşmuyor. Onların her düşüncesine saygı gösteriyor, ehemmiyet gösteriyor, kıymetli görüyor ve bizzat Risale-i Nur’un içine de dâhil ediyor. Zübeyir ağabeyin öyle bir konumu var.
Zübeyir ağabey biraz daha farklı olarak, gerçi İstanbul’da duruyor ama Türkiye’nin her yerinde temasları olan, mektuplarla, ağabeyleri göndererek, telefonla arayarak iletişim kurmuş, hiçbir zaman Nurculuğun kamuoyunu heyecansız bırakmamıştır. İhtiraslara hiçbir zaman meydan vermemiştir. Ağabeylerin şahsi temayüllerini hiçbir zaman başkalarına yansıtmayarak o şahsi temayüllerin içeride kalması, dışarı yansımaması noktasında bir tarz ve yol seçiyor.
O HAYATTAYKEN HİÇBİR ZAMAN İHTİLAF OLMUYOR
Yani ihtilaflar olduğu zaman da ihtilafların ortadan kaldırılması için çok ciddi emek gösteriyordu değil mi?
BİR ÇOCUĞA BÜYÜKLERE VERDİĞİ EHEMMİYETİN DAHA FAZLASINI VERİRDİ
Girişimci, istikbale ait ve gençleri merkeze koyan bir tarzı nasıl karşılardı? Nasıl alakadar olurdu?
Gençleri çok önemsiyordu. Hakikaten çok önem veriyordu. Zübeyir ağabey, her anı heyecan dolu bir insandı. Heyecan, gençliğin özüdür. O nedenle O hep gençlerle beraber idi.
Sadece şunu söyleyeyim, yeni gelen ortaokul talebelerinin bile hepsinin fotoğrafı Zübeyir ağabeyin defterinin ve belgelerinin arasındadır. Bir gence, bir çocuğa büyüklere verdiği ehemmiyetin daha fazlasını verirdi. Risale-i Nur hizmetini yarına taşıyacak olan heyecandır. Belli bir yaştan sonra aile derdine düşmüş insanların aslında çok fazla hizmet edemeyeceğini bilakis hizmete belli bir noktadan sonra zarar verebilme ihtimalinin olduğunu biliyordu elbet.
Fakat gençlerdeki o ruh, o gayret ve o heyecanın Risale-i Nur hizmetini çok ileri noktalara taşıyacağını, Anadolu’nun her köşesine, Ortadoğu’nun Afrika’nın en ücra köşelerine taşıyacaklarını biliyordu. Bunları ispat eden notlar onun kaydettiği defterlerinde var. “Şam’dan Mısır’a Türkistan’dan Yemen’e kadar Kur’an hizmetini taşımamız lazım” diyor. Dolayısıyla O’nun o heyecanına da gençler cevap veriyordu.
Mesela şu anda Anadolu’da hala yüzlerce Zübeyir ağabeyi gören insanlar var. Onlar o zaman genç idiler. Onların hepsini muhafaza etmesini bilmiştir. Yani bazı insanlar Zübeyir ağabeyle kaldım, diyor hâlbuki dört-beş defa görmüştür. Ama Zübeyir ağabeyin vefatından bu yana kırk sene geçti. Kırk sene de geçse aynı heyecanla anlatıyor.
Ahmet ağabey, “Zübeyir ağabey bize ayakta anlatırdı, anlatırdı, anlatırdı. Saatlerce ayakta anlatırdı. Bir defasında benim gözlerim karardı, düşecektim. Saatler geçerdi Zübeyir ağabey hala ayakta anlatmaya devam ederdi. Üstad’ın hayatını, hatırasını, heyecanını, hizmetini, aynıyla anlatırdı. Sonradan anladık ki Zübeyir ağabeyin anlattıkları ileride bize bir ölçü olacak, karşılaştığımız sıkıntılara karşı bize bir teselli olacak, pusula olacak. Hem kerametleri olan bir insandı. Bir söz söylerdi, o söylediği sözün ne manaya geldiğini ilk anda anlamazdık. Ama yirmi sene sonra bir şeyle karşılaşırdık, ha Zübeyir ağabey bir şey demişti demek ki o sözü bu şey için söylemiş, diye hissederdik. Heyecan, gayret, fedakârlık, samimiyet, hizmete devam ve sadakat… “
O kadar çok cümle var ki. Bunların hepsinin gençlere tesiri noktasında çok önemi var. Bakınız Kirazlı Mescid’e, Tevruz Apartmanı’ndaki insanlara bakın, Ankara’dakilere bakın hepsi genç. Hiçbirisi 30 yaşında değil. Hayatı hep gençlerle geçmiş. Kendisi de gençken hizmet etmiş, ondan sonraki hizmetlerini de hep gençler üzerinden yürütmüştür. Kime bakarsanız bakın Fırıncı ağabey, Birinci ağabey, o dönemlerde hep gençti. Diğerleri ile istişare etmiştir, ağabeylerle konuşmuştur ama fiiliyata geldiğinde yanında hep gençler var. Bir yere gittiğinde hep yanında genler var. Kitap taşırken de hep yanında gençler var. Onları hep vazifelendiriyor, hiç boş bırakmıyor. Zaten yaşlı olan bir kimse Zübeyir ağabeyin yanında duramaz. O’nun heyecanına cevap vermesi mümkün değil.