Nur suresinden ilhamla, Cevşen’den yansıyan silsile ile “ya nurennur ya münevvirennur”, anne adı Nuriye olan bir Bediüzzaman’la, eserler de Nur Risalesi olarak isimlendirilince, hizmet metodu ise “sırren tenevveret” tarzında gelişince, nur ve nura dair bir hale bir hazine, bir havza ve bir hususiyet şeklini aldı nurlarla alakadarlık.
Bediüzzaman’ın “Nurlarla meşguliyet” beyanı ise Risale-i Nurlar olarak artık bilinmektedir.
Zaten Risale-i Nur metinleri, Risale-i Nur çevreleri, okumaları ve gündemleri hep manevi bir hizmettir. Çünkü iman hizmeti manevidir, nuranidir, yine Risaledeki ifadeyle “Has ve hususidir.” Anlayacağınız bir fabrikasyon değildir Risale hizmeti. Kendini tekrar eden, dönemsel yaşanmış ve müellifi Said Nursi şahsında ve beşeriyeti ile sınırlanmış bir mizaç/grup/tarafgirlik/kümelenme arayışı değildir.
Bu yüzden de orijin olarak siyasi, dünyevi ve maddi bir hareket ve düşünce biçimi ile kıyaslandığında sağlıklı değerlendirmeler çıkmaz. Hatta anlamak zorlaşır dışardan bakan için. Dünyaca gerekli ve geçerli olan araçlar ve argümanların hiç biri iman ve Kur’an ile eşlenemeyeceği gibi, esas da değildir. Hepsi en iyi şartlarda ancak o ruha hizmet vesilesi olabilir. Bu yüzden alışılmış ve gelenekçi bir tarihi bagajı taşımaz.
Risale, bizzat yazıldığı çağı ve projeksiyon olarak sonraki yüzyılları okuyan, tespit eden, yaklaşım geliştiren ve kendini yenileyen dinamik bir metindir. Nitekim 19. yüzyılın son çeyreğinden 20.yy’ın 3. yarısına kadar süren en fırtınalı insanlık tarihi ve yeryüzündeki “devletler ve milletler muharebesi” içinde vicdani bir pusula, aksiyon bir duruş, tefekküri bir idrak ve doğru bir konumlanma ve arayış içinde yol almaya çalışmıştır.
Değişkenleri bol, savaş yüzyılının en sert kırılmalarının yaşandığı 1. ve 2. dünya savaşlarında ve Osmanlı çöküşü ile birlikte yeni Cumhuriyet inşası denemelerinde ve kıta Avrupası etrafında oluşan yeni ekonomik, siyasi ve kültürel bileşenlerde, İslam dünyasının perişan, mağlup ve sömürge hallerinden; Bediüzzaman bir resim çıkarmaya, bir tespit yapmaya ve oradan da bir çıkış ve inşa gayretine girmiştir.
Bu çabaların merkezinde “Nur” olan ve maddi boyutlarla asla refere edilemeyecek bir hakikat arayışı var. Hakikat ile donanımlı ve imanla taçlanmış bir hürriyet okuması var. Denklemin içine iman ve hürriyet ekseninde meşveret/istişari sistem/yasama/meclis fonksiyonlarını önceliklemiş.
Böylece bu merdivenlerle tırmanışın merkezine ve ulaşmak istediği kaynağa, esasın esasına/ üssül esasa dayanmıştır. Bu, şüphesiz Kur’an’dır. Ve O’nun pratiği olan Peygamber Efendimiz’dir (asm).
Onun için Said Nursi, 1896 zamanının dürbünüyle 20. yy fotoğrafını müşahede ederken beklediği sıkıntıların ve gerilimlerin adresine bakar. Menfi Avrupa’nın “doymak bilmez hırslarının” bilim ve teknoloji ile saldırıları altında ”cehalet, zaruret ve ihtilaf” ile boğuşan bir İslam dünyası görür. Bu şartlar altında Kur’an’ın ruhuna uygun ”manevi ve ilmi cihad” vazifesini üstlenecek ve ona göre tavır belirleyecek İslam alemi ile Müslümanların durumları hakkındaki ciddi endişelerini ızdıraplı bir dille ortaya koyar.
Izdırabının esas sebebi de ”dessas” İngiliz siyasalının Kur’an’ı hedef alan cümleleri ile irkilir. “Kur’an’ı Müslümanların elinden almak veya O’ndan soğutmak” planlarını deşifre edecek şekilde bir vizyon çizer. En vahimi de günümüze kadar uzanan 122 yıllık bu “zındıka ve ifsat komitesi”nin o dönemde de sonrasında da mahiyetinin fark edilememiş olmasıdır.
Bir duada bulunur. Bir taleple yola çıkar. Sadece Rabbine sığınır. Eğitimi, silsilesi, aristokrasisi, enderunu, maddiyatı, desteği, konforu, coğrafyası, muhatapları, ulema yapısı ve bin yıllık gelenek ve şahıs merkezli inşa ve kümelenmelerin tamamı kendisi için dezavantaj iken gelecek yüzyılın vizyon cümlesini kurar:
“Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu izah ve ispat edeceğim.”
Merkezden muhite/çevreye, Menbadan/kaynaktan mansaba/akan yöne doğru; Kur’an; Nur, izah ve ispat.
Risale-i Nur, Kur’an nurunu materyalist felsefe karşısında tevhid esaslı iman ilmi ile izah ve ispattır.
Çağın ihtiyacı ve bu yüzyılların kabiliyeti göz önüne alınarak Kur’an’ın açıklanması/izahı ve bu izah edilen mevzuların yine bilim ve belagatla birlikte ispatıdır.
İspat, delille iknadır. Maddi gözlere gösterilecek bir penceredir ve oradan manevi pencerelere kapıları aralamaktır.
Aksi halde anlatacaklarımız, geçmişin tarih birikiminden, şerhin şerhi alıntılardan ve bilgi ile hikmet arası tanımsız bir yerden sözü bu güne ulaşamamış, boruları döşenip içinde suyun akmadığı veya çok eskilerden/uzaklardan su taşımaya çalışmaktır ki, enerji/maliyet kaybı ile susuzluktan şikayet eden okyanusa yakın insanlara benzeriz.
Hakikat-Belağat-Akide esasları ile çağın muhakeme disiplinini sağlayacak metodolojiler ile unsurları belirleyen bir Bediüzzaman var. Münazarat ve Muhakemat isimli başlangıç eseriyle 1907’lerden yankılanan bir aksiyon…
Yeni çağın Kur’an’ı anlama kılavuzu ve idrak kapasitesine uygun İşaratül İ’caz ile bir mevzulu Kur’an tefsiri ve tekniği ortaya koymuş ki, model alındığı takdirde bine yakın bu günkü bilimsel disiplinler kendilerine ait alanlarda tefsir alimleri ile birlikte çalışma imkanı verecektir. Bu disiplinler arası ilişki ile Risale-i Nur’daki menfezler birbirini görse, ilişkiler ağı, kavramlar haritası çıkarılsa, bilimle dinin, imanla ahlakın, medeniyet ile Kur’an’ın ahengi ve kuşatıcılığı idrak edilecektir.
Bu mecra ve zeminler insanlık ailesinde arayışını sürdürürken, hakikat aşığı ilim ve irfan erbabı elbette Risale-i Nur durağını da fark edeceklerdir bu yolda.
Bir de kalbin vicdanına, aklın imanına, ruhun feyzine ve ilimin tefekkürüne giden yolda tevhit işaretleri bırakan Mesnevi-i Nuriye ile Risale-i Nur’un bir özetini kodlamış 1920’lerde.
Sonraki 40 yılın konu atlası ve evrensel gündemlerin bir yol haritası olacak veciz/özlü ifadelerle dolu.
Muhakemat-İşaratül İ’caz-Mesnevi üçlüsü ve silsilesi içinde Medresetüzzehra’nın hazırlık sınıfı yüksek lisans ve doktora düzeyinde bir zemin oluşturulabilir.
Medresetüzzehra’da Tekke+Mektep+Medrese‘nin fonsiyonel beraberliği ile irfan+ilim+Tefekkür zemini muhkemleşir.
O zaman “ehl-i diyanet, ehl-i tarikat ve ehli ilim ittifak” eder. Müspet iman hizmeti insanlığa hayat verir. Evrensel normlar, insanlık vadisinde Kur’an’ın parlak hükümlerini, taze fikirlerini öğrenir.
Ben merkezli indi/şahsi fikir ve kanaatlerin ancak şahsa ait olabileceği düşünülürse, kolektif bir vicdanın, ortak bir şuurun ve imanla hayatı okuyan yeryüzü misafirinin sun’i/geçici/mevzii/dönemsel/arazi ve arızi/siyasi ve nefsi öncelik ve resmi formatlara göre kalbini ve aklını sınırlamasına ve bozmasına gerek kalmaz.
Gelelim sorumuza:
Nurcular ne iş yapar?
İşte bunlarla uğraşırlar. Ya da uğraşacaklar.