Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
Teyp Tahir?
Aslen Nazilli olan Tahir abi “Teyp” ünvanı ile şöhret bulmuş 85’lik bir abimiz. Hilaliye Kur’an Kursu mezuniyet törenlerine gelmişti. 85 yaşına rağmen hatıralarını anlatmasını isteyince şevkle hiç yüksünmeden gelip oturdu ve anlatmaya başladı.
Nerede oturuyorsunuz sorumuza şöyle cevap vermişti. “Biz Kâinat mektebinin, küre-i arz şehrinin, zemin mahallesinin, Nur fakültesinin, huzurunda oturuyoruz.”
Nazilli Sümerbank fabrikasında 12 sene dokumacılık, on dört sene ustalık yapmış. Avukat Bekir Berk Ağabey’in desteği ve vasıtasıyla 850 tane makine gürültüsü ve kirli havası içinde çalışarak her gün beşer sayfa olmak üzere on saat okuyacak kadar Risale ezberlemiş. Yine kendi ifadesi ile “850 makine gürültüsü altında ezberledim, ağaç gölgesinde değil” diyor Teyp Tahir abi..
İlk defa Bekir Berk kendisine “bir tek gayem vardır” başlığı altındaki paragrafı ezberlemesini istemiş ve “işe gidip gelirken oku” demiş. Ezber işine öyle başlamış. Önceleri parça parça ezberlediği Risale-i Nur’u giderek yenilerini eklemiş. Şualar, Hutbe-i Şamiye, Münazarat gibi eserlerden bazı bölümlerin yanı sıra Üstadın hatıraları ve şiirlerini de ezberlemeye muvaffak olmuş.
Aldığımız bilgiye göre hiç okula gitmemiş olan Tahir (Teyp) abi on saat ezbere Risale-i Nurdan parçalar okuyormuş, bir saat hatıra anlatabiliyor, bir saat de şiir okuyabiliyormuş.
BEN OKUYORDUM ZÜBEYİR AĞABEY YAZIYORDU
Hatıralarınızla başlayalım sohbete…
Ben 1961 senesinde Aydın İncirliova’ya Nur Talebesi kardeşleri ziyaret için gitmiştim. Orada Çarşı Camii’nde yatsı namazını kıldık. Caminin bahçesinde “Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır…” diye başlayan dersi ezbere yaptıktan sonra kardeşler “Bir Üstad Tanıyorum, o da Bediüzzaman” isimli şiiri okumamı istediler.
Zübeyir ağabey 1961 senesinde Nazilli dershanesinde altı ay kalmıştı. Ben de onunla beraber kaldım. Orada Hizmet Rehberini yazdı. Ben okuyordum o yazıyordu. Hüsrev ağabeye bazıları “Üstad” diye hitap ediyordu. Bu sebeple dershanede kalırken gece saat 12’ye kadar ders yapan Zübeyir ağabey, dersin ardından Üstad sıfatını başkasına yakıştırmayı kabul etmediğini belirtme amacıyla, bu şiiri okuyordu. “Bir Üstad tanıyorum, o da Bediüzzaman”… Bu şiir Allah rahmet etsin M. Emin Birinci’nindir. Şiiri Zübeyir ağabey bana verince, hemen ezberledim. Şöyle:
BİR ÜSTAD TANIYORUM
Bir Üstad tanıyorum, O da Bediüzzaman,
Bir Üstad tanıyorum, En büyük kahraman,
Bir Üstad tanıyorum asrın vekili ancak,
Lailaheillallah elinde tuttuğu sancak…
Bir Üstad tanıyorum, zulme boyun eğmemiş,
Bir Üstad tanıyorum, hiçbir taviz vermemiş,
Bir Üstad tanıyorum, cihanşümul mücahit,
Bir Üstad tanıyorum, içiyle dışı Said...
Bir Üstad tanıyorum, gözlerinden nur saçar,
Bir Üstad tanıyorum, Kâfirler ondan kaçar,
Bir Üstad tanıyorum, şefkatin timsalidir
Bir Üstad tanıyorum, imanın misalidir…
Bir Üstad tanıyorum, Cevherdir bütün sırrı,
Allah, Kur’an, Peygamber, davasının en özü,
Bir Üstad tanıyorum, Dünya zevkini bilmez,
Zindana atanlara beddua bile etmez…
Bir Üstad tanıyorum, imandan bir varlıktır,
Kâinatı titreten bir kuvvete maliktir,
Bir Üstad tanıyorum, yoktur cihanda eşi,
Son asrın müçtehidi, insanlığın güneşi…
Bir Üstad tanıyorum, kalplerde mektep kurdu,
Kitle, kitle insanlar onun safında durdu,
Bir Üstad tanıyorum, canileri çevirmiş,
Kalplerden çıkarıp putlarını devirmiş…
Bir Üstad tanıyorum, İlham kaynağı Kur’an,
Dostu da, düşmanı da, cümlesi O’na hayran,
Bir Üstad tanıyorum, Allah’ın en sevgili, mübarek bir kuludur,
Gittiği yol da, Hz. Muhammed (s.a.v)’ in yoludur…
Bir Üstad tanıyorum harikalar asrında,
Bir iki yıl sonra bu cihad meydanında,
Mematı hayatından hizmet ediyor zahir,
Son asrın son vekili, son müceddid en ahir…
Anlatalım Üstad’ı, kimdir Bediüzzaman?
Üstadların Üstad’ı, hem en büyük kahraman,
Müçtehid-i azamdır, müceddidi ekberdir, akıbet-i cihanın
Hem en büyük mürşiddir, kutbu azam sıfatı O’nun en bariz nuru,
En büyük kerameti, yüz otuz parça nuru…
Ehl-i beyti Nebevi, asıl nesebi O’nun,
Evladıdır manevi O, Hz. Ali’nin…
Manevi lokman, dertlere derman, Bediüzzaman
İşte kumandan, arayan bulur, aramayan bulmaz…
Şimdi 85 yaşındasınız, İnşallah 100 yaşı devirirsiniz.
O Allah’ın elindedir. Ben diyorum ki, “Ya Rabbi!..” “Beni Risale-i Nurlarla imana Kur’ana hizmet ettirmek için yaşat” diyorum. Üstad en son Ankara’ya gittiği zaman bütün talebeleri de orada. “Ey kardeşlerim. İmana, Kur’an’a asıl hizmet eden sizler değilsiniz. Ben de değilim. Ben de bu Risale-i Nurları okuyarak imana, Kur’an’a hizmet ediyorum. Asıl hizmet eden Risale-i Nur’dur. O nedenle beni bu hizmetten alıkoyacak hiçbir kuvvet yoktur. Bu eserler sadece Alem-i İslam için yazılmamıştır. Bütün beşeriyet için telif edilmiştir” diyor.
SEN İLERİDE BEDİÜZZAMAN’IN TALEBESİ OLACAKSIN
Şimdi anlatacağım hatırayı da Said Gecegezen anlatmıştı. Onu size anlatayım.
Ben Türkiye’nin her yerini Risale-i Nur adına gezdim dolaştım. Nurs’a kadar gittim. Yarın ahret günü Zübeyir ağabey bana darılır diye O’nun memleketi Konya Ermenek’e de gideyim dedim. Bundan on beş sene evvel Ermenek’e gittim. Hatta nasip oldu, Zübeyir ağabey’in baba evinde de kaldım. Oradan Başdere köyüne ders için gittiğimizde Üstadın talebelerinden biri de Said Gecegezen’in anlattığı bu hatıranın aynısını bana anlatmıştı. Said Gecegezen’in ve o talebenin bana anlattığı hatırayı da nakletmek istiyorum:
Üstad Şam’da Emeviye Camii’nde Hutbe okurken, Üstadın talebelerinden Şamlı Hafız Tevfik ağabeyin subay olan babası da oradaymış. O sırada Hafız Tevfik ağabey ilkokul beşinci sınıfa gidiyormuş. Babası ona: “Evladım, Bediüzzaman büyük bir hocadır. Sen ileride onun talebesi olacaksın” demiş. Demek ki kalp gözü açık bir insan. Şamlı Hafız ağabey Şam’da 15 sene Arapça eğitimi almış. Daha sonra babası vefat edince Şam’dan Barla’ya gelmiş. Çünkü aslen Barlalıdır Hafız ağabey.
Barla’da bazı kişiler ona, “Madem sen 15 sene Arapça okudun, burada Bediüzzaman hazretleri var. Onu ziyarete git” demişler. Bunun üzerine Şamlı Hafız Tevfik ağabey Üstad’ın yanına gitmiş. Üstad ona nereli olduğunu sorunca Barlalı olduğunu fakat 15 sene Şam’da Arapça eğitimi aldığını söylemiş. Üstad, “Ben de bir Kur’an tefsiri yazdıracağım. Fakat Kur’an yazısı bilen yok. Ben Risale-i Nurları söyleyeyim. Sen yaz” demiş. Şamlı Hafız ağabey de, “Ben çok enaniyetliyim, çok gururluyum, kendini beğenen birisiyim, yazamam” demiş. Üstad Hazretleri, “Birbirimizi idare edelim. Kusurlarımızı görmeyelim” diye karşılık vermiş. Hizmet rehberinde de diyor ya, “Ben o kadar sıkıntı ve çile çektiğim halde kardeşlerimin gizli kusurlarını görmemeye karar aldım, siz de haklı haksız birbirinizi tenkit etmeyiniz. Haklı da olsa tenkit eden haksızdır, müsamaha ile birbirine bakmak elzemdir” diyor.
Bunun üzerine Şamlı Hafız Tevfik abi Üstada talebe oluyor. Cennet bahçesinde Risale-i Nurları yazmaya başlıyorlar.
Tabii Üstad Hazretleri her zaman yazdırmıyor. Bir anda ilham geliyor, İlham geldiği zaman Üstad katta duruyormuş, “tahtaya vurunca biz anlıyorduk hemen koşup geliyorduk. Üstad söylüyor ben yazıyorum bitince ‘hadi gidin’ diyor.”
Sonra başka bir gün dağa çıkmışlar Üstad’la birlikte. Kocaman bir yılan görünce Hafız ağabey eline taşları toplamış, yılana fırlatacakmış. Üstad taşları elinden atmasını söyleyip, başındaki sarığı çıkarmış. Yılanın önüne atmış. Yılan sarığın altından, üstünden dolanmış, bir müddet sonra da bırakıp gitmiş.
Başka hangi hatıralar var?
Ben Üstadın bütün talebeleriyle görüştüm. Sohbet ettim. Ahmet Fevzi ağabeyle beraber tüm Türkiye’yi dolaştık. Zübeyir ağabeyle altı ay Nazilli de kaldık. Nazım Çelebi ağabeyle beraber 1961 senesinde Barla’ya gittik. O sene Mustafa Özsoy bana: “Nurcuyuz” başlıklı bir şiir vermişti. Daha sonra aradan 17 sene geçti. Urfa Mevlidine gidiyordum. O sırada Mustafa Özsoy hastalanmış. “Ziyaretine gidin” dediler. Ben de gittim. O zaman bana: “Tahir ağabey, ben sana yıllar evvel ‘Nurcuyuz’ adlı bir şiir vermiştim ya, onu İstanbul’daki ağabeyler istiyorlar. Senin ezberinde olduğu için, sen söyle ben yazayım’ dedi. Ben de “Sen yazmıştın bu şiiri kendin yazsana’ dedim. “Bir daha yazamam, o ilhamdı” dedi. Böylece ben söyledim, o yazdı:
NURCUYUZ
Elestü bezminde Nurcuyuz dedik.
Cism ile Canı onunla bildik
Yokluktan vücuda ta o zaman geldik
Hutbe-i ezelde nurcuyuz dedik
Nurcuyuz, nurcuyuz…
Bilsin kâinat…
Gayemiz zulmeti yırtıp dağıtmak.
Bu Nur’dan ayrılan, mutlaka ahmak…
Suç mudur Risale-i Nur’dan felaha çıkmak
Nurcuyuz bizler, ya sizler nesiniz
Yoksa zulümatçı, zalim misiniz
Yıkmak mı imanı nedir gayeniz
Küffara hizmet mi bütün sa’yiniz
Nurcudur âlemde hep ehl-i iman,
Bin dört yüz senedir, nur saçar Kur’an.
Yıkma imanını dikkat et, aman!
Nura gel akil isen, geçiyor zaman…
Nur için çarpıştık, bin dört yüz senedir.
Çalkalandı Nur için, Uhud ve Bedir,
Kur’anla nurlanır uyanan fecir,
Susmaz çünkü bu ses, ta ezelden gelir.
Gidiyoruz artık, hep Nur’a doğru,
İslamın bahadır, kahraman oğlu,
Ezelim Nurlarla alçak Moskof’u,
İstikbal nusretle, ümitle dolu…
Ey zalimler!
Ey mülhidler!
Saldırdınız Nur’a karşı,
Nerden geldi bu ümitler?
Gazi olan bu milletin, yüzyıllardır O’nu bekler.
Yıkmak için bu imanı, sarf ettiniz çok emekler.
Gidin artık Rusya’nıza, kızıl ateş sizi bekler,
Biz yürürüz nur yolunda,
Bu ziyaretin ardından Urfa’ya gittim. Orada Abdülkadir Badıllı ağabeyle bir araya geldik. Bundan kırk sene evvel. Haftalık bir gazete çıkıyordu o zaman. İlyas Badıllı adında Abdulkadir ağabeyin ablasının oğlu vardı. “Bugünkü savaş” adında bir şiir yazmıştı. Bu şiir gazete de yayınlanmıştı. Ben İlyas Badıllı’yı da orada görünce, “bana o şiiri okur musun” dedim. “Benim ezberimde yok” dedi. “O zaman, ben söyleyeyim sen dinle” dedim. Ve ezberden okumaya başladım. Şöyle:
BUGÜNKÜ SAVAŞ
Mübarek kardeş, nedir bu telaş?
Sakin ol, yavaş! Bugünkü savaş,
Fikirle olur…
Ağardı şafak, ne kadar parlak.
Güller doğacak, bu işler ancak,
Sabırla olur…
Kanun da çıksa, kanın da aksa,
Davanız da haksa, ihlâs da varsa,
Zafer de olur…
Hak’tadır kuvvet, ihlâsta kudret,
Zahmette rahmet, anlasa her fert,
Necatta olur…
Kuvvet birlik de, birlik dirlik de
Seferberlik de, beraberlik de
İmanla olur…
Ey ehli iman!
Allah’a dayan, birleşin her an,
Bir kere şahlan, ceddin şad olur…
Haydi, kıpırdan, sabahla uyan,
Geldi kumandan, işitsin cihan,
Harp nasıl olur
Manevi lokman, dertlere derman, Bediüzzaman…
İşte kumandan, arayan bulur, aramayan bulmaz…
Tevhidi yaysak, bunu anlasak,
Hep kardeş olsak, nifakı yıksak,
Huzur da olur…
Zübeyir, Said Özdemir, Sungur, Bayram ağabeylerin Ankara’da mahkemeleri vardı. Mahkeme açık değil kapalı oldu. Kimseyi almadılar. Adliye binasında bin kişi olmasına rağmen Avukat Bekir Berk ağabey dışında kimse giremedi mahkemeye. Tahiri Mutlu ağabey beni tanıyordu. Orada “Teyp Tahiri sen bize bir ders yap, bunlar bizi içeri almıyorlar” dedi. Ben de iki saat ders yaptım mahkeme salonunda. Orada polisler gelip, gidiyorlardı. Etrafa bakıyorlar kitap türünden bir şeyler bulsalar hemen gözaltına alacaklar. Fakat bir şey bulamadıklarından geri dönmek zorunda kalıyorlardı. Ben ezberden yapıyordum dersi. Bir şey bulamazlar ki. Ondan sonra bir otobüs tutup, Van mevlidine gittik. Sene 1967…
1961 yılında Bekir Berk ağabey onun mahkemesine girmişti. Mahkeme ertesi güne sarkınca, ben, İbrahim Canan, Nazif Çelebi, İbrahim Erkul ve Mustafa Özsoy beraberce Barla’ya gittik. O zaman Nazif Çelebi bana bir şiir verdi kendisi yazmış. O şiirin hikayesi var. İsmet İnönü’ye bir telgraf çekmiş nurculuktan bahseden bir telgraf, bu telgraf üzerine kendisini içeri almışlar. O da hapishanede bu şiiri yazmış.
Yol Hakkın, varlık Hakkın gerisi hep inhirap…
Hakkın yolcuları için çekmiştim bir telgraf…
Cevaptı telgraf, fazlının tahliline
Aşkım galip gelmişti, fikrimin temkinine
Aşkım hak Peygamber, Necip Fazıl vesile
O tel hakkın sesidir, Nazif de bir vesile
Münafıklar okumuş teldeki yazıları
İyi bir bahanedir demişler bazıları…
Masonluğa muhalif görmüşler çünkü teli..
İsterlermiş kırılsın Müslümanlığın beli
Laiklik maskesi ile yapılmış çok tezvirat
Haklıyı elbette haklı yapar ehli tahkikat
Yazdım tel içinde hakka varsınlar diye
Polis eline almış başlığı tahlile
Laikliğe aykırı görülmüş çektiğim tel
Zındana attırdılar fakat asla eğilmez bu bel.
Dinsizliği seviniz hiç değişmez kinimiz
Laiklik diyor mu ki, değişmeli dinimiz.
Siyasete aletten korumak için dini
Meclis kabul etmişti laiklik rejimini
Şimdi laikliği alet yapmak için
Allahuekber diyenin sesini boğmak için
Din ve ırz düşmanları yaşıyor şahane
Hak ehlini ezmeye irtica bir bahane
Deliller toplanmamış diye yatırıyorlar
Yalnız evham ile ocaklar batırıyorlar
Meğer öküz altında ararlarmış buzağı
Hep göze girmek için kurarlarmış tuzağı
Terfiler almak için suçladılar yurttaşı
Allahım kahretsin işte böyle bir vatandaşı
Yol hakkı varlık hakkın hak sözdür o telgraf
İsterseniz astırın ediyorum itiraf
Laiklik dinsizlik mi açık söyleyin bize
Göğsümüzdeki dinin ne zararı var size
Söyleyin farmasonlar kurduğunuz tuzak mı
Türkün öz toprağında Müslümanlık yasak mı
Sizdeki hürriyet sadece kadın bacaklarına
Ve milli his düşmanı mason ocaklarına
Vicdan hürriyeti sizce sadece dinsizliğe mi
Müslümanlık bu haktan mahrum öyle mi
Türk milleti kaptırmaz göğsündeki imanı
Düşünür dolaşan damarındaki asil kanı
Bir zümrenin değildir bu Türkiye devleti
Haksızlığa boyun eğmez kahraman Türk milleti
Kalbimizde yazılı Muhammed’in Furkanı
Varsa kuvvetiniz kaldırınız Kur’an’ı
Yol hakkın varlık hakkın gerisi hep inhiraf
Ayetlerin mealidir çektiğim bu telgraf
“Din serbest” demiyor mu laiklik rejiminiz
Milletin vicdanından çekilsin pis eliniz
Kurtardık diyorsunuz düşmandan Vatanı biz.
Halbuki ölen biziz şahane yaşayan siz.
Ata’dan emanettir inkılap diyorsunuz.
Atatürk’ün maskesi ile milleti yiyorsunuz
Kurtardığı namusu insan böyle soyar mı
Çaldığı milyonları yurt dışına koyar mı
Yol hakkın varlık hakkın gerisi hep inhiraf
Gücünüze mi gitti bu çektiğim telgraf