Şairin dediği gibi “Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir../Gittikçe artıyor yalnızlığımız..” Bir ağabeyimizi daha kaybettik. Onlar değil hep biz kaybettik. Onlar çile dolu hizmet hayatlarını bitirip gittiler birer birer. Bize hüzün kaldı. Onlardan ayrılmanın hüznü. Evet Nureddin abi! Sen gittin bize kala kala hüzün kaldı. Yine şairin dediği gibi “Gök parçası, dam demeti, kuş tüyü. Alıştığımız bir şey idi yaşamak.”
Hayatı bilmem, özellikle dünya hayatını bilmem ama, Nureddin ağabey alıştığımız çok şeydi. Onun gidişiyle artık çok şey yarım kalacak. Hizmet hayatımızda öyle bir boşluk bıraktı ki doldurulacak gibi değil. Sanki bu şehrin sırtını verdiği dağ bir gecede göğe kaldırılmış; sanki alıştığımız bir göl bir gecede suyunu çekip buhar olmuş; sanki bahçemizdeki, evimizin önündeki koca bir ağaç birkaç saat içinde kökünden baltayla kesilip yerle bir edilmiş gibi tarifsiz bir boşluk ve eksiklik içindeyiz. Nureddin ağabeye öylesine alışmıştık. Hayatımızın her kademesinde, hizmetimizin her zaman diliminde, dersanelerimizin her santimetre karesinde, ders yapılan evlere giden her sokak başında, her dönemecinde Nureddin ağabeyden kalan acı-tatlı hatıralar vardı.
Bir çocukla muhatap olduğunda onlara ya bir Fatiha, ihlas, salavat ya da bunları biliyorsa Risaleden bir vecize ezberletmeye çalışır ve bunda muvaffak da olurdu. Bunları yapan çocukları hediyelere boğardı. Bu gün yaşını başını almış bir çok dost, kardeş veya kardeş, Nureddin ağabeyin bu teşvikiyle çocukluğunda ya bir sure, ya bir vecize ezberleyerek Nureddin ağabeyden bir kalem, bir silgi, bir defter de olsa hediye aldığını söyler. Hemen herkes bugün hangi cemaatte olursa olsun çocukluğunda ondan bir şeyler öğrendiğini, Risale derslerinde sohbetinden istifade ettiğini sitayişle dile getirir.
Çocuklarla yapılan derslerde çekirdek, leblebi ikramı yapar, sevindirirdi onları. Okuma kamplarında onları güreştirir, spor yaptırır, pikniğe götürür neticede onların imandan, Kur’an'dan hisse kapmaları için her fedakarlığı, her organizasyonu yapardı.
Risalelerin, Bediüzzaman’ın tanıtımı için her platformda görev alırdı. Afiş asmadan, duyuruya kadar her kademede bilfiil iş yapardı. Katıldığı toplantılarda bakan ne der, vali kızar mı, kaymakam gocunur mu hiç çekinmez görüşülen konuyla ilgili Risalede olan bir sözü, bir fikri ne yapıp ne eder dile getirirdi. Kimsenin kınamasından çekinmez, kimsenin tepkisinden kaçınmaz doğru bildiği hakikatleri kimsenin hatırı için gizlemeden, bilâperva ilan ederdi.
Cenaze namazı foto galeri için TIKLAYINIZ
Bu dik duruşundan dolayı hayatta bir çok kişi eleştirdi onu. İnandığı doğrulardan taviz vermedi. Cemaat içinde en yakın arkadaşından, ağabey veya şakirtlerden azar işittiği de oldu. Ama hiçbir zaman, hiç kimseye kırılmadı, gocunmadı. Enaniyet konusu yapmadı. Hiç bir şey olmamış gibi, hizmetteki görevine devam etti. En ağır ithamlar yüzüne karşı yapıldığında bile “Yav niye öyle diyon gardaşım? Yav keçeli öyle diyon ama bak üstad diyor ki…” diye hakarete karşılık vermeden olgun bir şekilde gerekçesini anlatırdı, tenkit eden kişiye tavır koymaz, küsmezdi. "Keçeli!" kelimesini kullanmak zannımca bir Üstada bir de ona yakışıyordu. Zaten dili ve diyalektiği Risale ve Üstad üzerine kuruluydu.
Lise mezunuydu. Ama bir akademisyen gibi sosyal, siyasal konulara hakimdi. Arapça bilmez ama Arapçanın ruhunu kavramış olmalı ki konuşmalarında aktarmalar yapardı. Hocalık tahsili, İlahiyat tahsili yoktu ama sarık sarar, cübbe giyer namaz kıldırırdı, tesbihatları yapardı. Köy hizmetlerinden emekli bir işçiydi ama çok ağabeyler, akademisyen hocalar, tahsilli kişilerle hemen her meseleyi konuşacak kadar tecrübesi, birikimi vardı. Risalelerdeki engin irfanla hiçbir yerde küçümsenmedi, dışlanmadı. Hayatı ve kişiliği risalenin kerametiydi sanki.
Adıyaman’da radyo, televizyon programları yapar, canlı yayınlarda irticalen konuşmada zorlansa da risaleden parçalar okuyarak Risale-i nurları dünya aleme ilan etmek için çabalardı. Zaten kendisinden ziyade risaleleri ve üstadı nazarlara verirdi.
12 Eylül’de Anayasa hayır denmesi için var gücüyle çalıştı. Siyasi yasakların kaldırılması için mitinglerde elinde bayrakla kilometrelerce yol yürürdü, mitinglerde en öndeydi. Ve elindeki bayrağı sallardı. Askeri idareden, hepse düşmekten hiç çekinmedi. 28 Şubat’ta Adıyaman’daki sivil cemaatlerle birlikte toplantılara katılıp Kur’an kurslarına ve dini sohbetlere devam kararını aldırmak için en yüksek gür sadayla söz alırdı, cemaatlere cesaret verirdi. Askerlik yaparken namaz kıldığı, oruç tuttuğu için defalarca çadır hapsine çarptırıldı ama namazından taviz vermedi. Tanıdığı tanımadığı herkese ayaküstü sohbetlerinde bile Kur’an’ı, Resulullah'ı, Risaleyi, Üstadı, iman hizmetlerini anlatırdı.
Her hizmetin içindeydi. Sabah namazına dersaneye gelir, gençleri uyandırır, cemaatle namaz kıldırır, tesbihat ve sabah dersini yaptırır sonra evine dönerdi. Birinci adresi dersaneydi. Evdi, aileydi, maldı, mülktü sonra gelirdi veya hiç aklına bile gelmezdi. Birinin taziyesi mi var, Nureddin abi bilirdi, taziye yeri nerde Nureddin abi bilirdi, çevre il ve ilçelere derse mi gidilecek Nureddin abi görüşmeler yapar tarihini belirlerdi. Mevlitlere mi gidilecek Nureddin abi kafiledeydi, cemaatlere ziyaret mi yapılacak Nureddin abi ayarlardı. Bir konuda yazı, şiir mi yazılacak Nureddin abi erbabını bulur teşvik eder, yaz der, vesile olurdu. Ders mi yapılacaktı Nureddin abi organize ederdi. Misafir mi gelecek, nerede ağırlanacak, ne zaman yemek verilecek Nureddin ağabey bilirdi. Ders sırası kimde, Nureddin ağabeye sorardık, Hatim duası ne zaman başlayacak Nureddin ağabeye danışırdık. İnşaat malzemesi lazım Nureddin ağabey, boyacı lazım Nureddin ağabey, elektrik arızası var Nureddin ağabey, kurban derisi toplanacak Nureddin ağabey, Meşveret toplanacak Nureddin ağabey, taziye Nureddin ağabey, düğün daveti, hasta ziyareti Nureddin ağabey...
Kur’an’a, Sünnete, Risaleye aykırı bir gelişme veya program veya bir vaka mı olurdu ilk tepkiyi Nureddin abi verirdi. Her yerde herkese o kavuşurdu.
Ne çok alışmıştık hizmetin her kademesinde ona danışmaya, onunla birlikte olmaya, onun fikrini almaya. Ne çok alışmıştık… Ama yalnızdı, bütün bunlara rağmen Nureddin abi yalnızdı. Bir türlü anlaşılmadı, anlaşılamadı. Onu ahlak, karekter, istikamet üzere örnek şahsiyetler olarak tanıdığımız ne kardeşleri anladı, ne ailesi. Ne de cemaat olarak bizler anladık. Kimsenin farkında olmadığı bu yalnızlığı hiçbir zaman da belli etmedi. Hep sineye çekti. “Maalesef” kelimesinden başka bir esef ve hakaret duymadım ondan.
İlerlemiş yaşına rağmen risaleden uzun parçalar ezberler bunları yerine ve zamanına göre ayağa kalkarak büyük bir şevkle ve aşkla okurdu. Taziyelerde aşir okunduktan sonra “Aziz cemaat! Ölüm ve ahiret üzerine Bediüzzaman hazretlerinin çok güzel tesbitleri var. Müsaade ederseniz oradan kısa bir parça okuyacağım” diyerek ezberden Mesnevi-i Nuriye’deki “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde…” bölümüne kadar okur Fatiha verirdi. Kendiliğinden bir şeyler katmadan yalın bir dille, kendi şivesiyle halisen okurdu.
Bir yerde Üstada dair güzel sözler duyarsa gözlerinin içi gülerdi, derslerde bir hakikatin anlaşılmasında bir kardeşimizin orijinal açıklaması olursa kendisi yapmış gibi sevinir, iftihar ederdi. Allah’a, imana, Kur'ana, Üstadına hakaret veya iftira olursa anne babasına hakaret edilmiş gibi kimseyi umursamadan risaleyi, üstadı savunur kimseden çekinmeden hakaret de etmeden bildiği gerçekleri söylerdi.
Kiminin amansız, kiminin meş’um dediği hastalığa yakalandığında herkesin dehşete düştüğü o hengamede, teslimiyetini, metanetini bozmadı. Haktan şekva etmedi. Moral bozucu konuşmalara aldırmadı. Halsiz düştüğü son bir haftaya kadar bazen yaya, bazen arabasıyla derslere gelmeye devam etti. Araba sürecek hali kalmadığında komşulardan birini çağırır “beni derse götür” der, komşusunun da derse katılmasını sağlardı.
Doğrusu onu kaybetmekten hep kortum. Bu korkumu kendisi hariç kardeşlerimle paylaştım. Yaklaşmakta olan yaklaşıyordu. Bunu hepimiz hissediyor ama düşünmek bile istemiyorduk acı akibeti.
Beklenen ayrılığın geldiğini vefatından bir gün önceki Cuma günü 15.00 sularında hastanedeki odasında ziyarete gittiğimde müşahede ettim. Son bir hafta içinde zayıflamış, halden kesilmişti. Odasına girdiğimde eşi Necla ablamız yanındaydı. İkisi de memnun oldular geldiğime. Moral verici konuşmalarla renk vermeden, Üstadın talebesi olduğunu, sabır kahramanlığını, hastalar risalesini ayak üstü ifade ettim. Acılar içinde olmasına rağmen güldü, gülümsedi. Yorgun bir savaşçıyı andırıyordu. Vücudunda yüzlerce ok, mızrak yarası izi olan yorgun savaşçılar gibi bakışlarında yüzlerce, binlerce hizmet, meşakkat, fedakarlık, çile, sabır, sebat izleri parlayıp sönüyordu. Gözlerinin taaa derinlerinde hükmü verilmiş, mührü vurulmuş bir kaderin izleri; çehresinde kimseye belli etmediği, söylemediği, bir sır gibi sakladığı uzak bir kederin sancısı vardı her zamanki gibi. Üstada dair, hizmetlere dair, hayata dair, yarınlara dair, hafta sonu yapılacak derse dair havadan sudan bahsettim. Bitkin ve halsiz bakışlarında; solgun ve sararmış dudaklarında elveda demenin titrekliği okunuyordu. Ellerim bağrımda kaldı. Boş bir çuval gibi orada yığılıp kalacaktım. "Kalk Nureddin abi, kalk n'olur, hadi gidelim buradan, derse gidelim, kardeşler bizi bekliyor, hadi kalk!" diye haykırmak geliyordu içimden. Kendimi zor tuttum. Sonra şifa dileklerimle, dua temennilerimle elini sıkarak ayrıldım. Ellerindeki ölümün soğukluğu taa yüreğime kadar işlemişti.
Üstadımızın "Evet, biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Sevkiyat var. Bizi burda durdurmazlar" dediği gibi ötelerden davet gelecek gibiydi bu saatten sonra. Evet acı bir gerçekle yüz yüzeydim. Nureddin ağabey gidiyordu, adım adım, yavaş yavaş eriyip bitiyordu. Ve beklenen kavuşma Cumartesi günü saat 11.30 civarlarında vuku buldu.
Hizmet, hizmet, hizmet hep hizmet, yine hizmetle dolu 65 yıllık çileli hayatı Rabbine, Resulullah’a (asm), Üstadına visal ile son buldu. Amansız, şifasız hatalıktan vefat edenler Hadis-i Şerif hükmünce şehit sayılıyordu gerçi. Ama Nureddin abi sağlam yatağında bile ölse Ahirzamandaki Deccal, Süfyan, Mehdi, Mesih mücadelesindeki yeriyle zaten şehid namzediydi.
Artık eşyalar ardından bakakalacak Nureddin ağabey. Dersanede namaz kıldırırken taktığı sarık, giydiğin cübbe, elinden düşürmediğin risaleler ardından bakakalacak. Dersanede bakıp suladığın çiçekler yetim kalacak. Dersanenin cümle kapısı her sabah namazında nasıl da senin gelmeni bekleyecek, yolunu gözleyecek. Ama artık sen yoksun abim. Gidişinle bizleri hizmetlerde öksüz ve yetim bıraktın. Hizmetini bitirdin, ücretini almaya gittin. Bize kala kala sensizliğin hüznü kaldı. Bir de acı-tatlı gerçeklerle dolu koca bir 50 yıllık hatıraların kaldı. Ruhun şad olsun. Mekanın cennet olsun. Hepimizin başı sağolsun. Nureddin ağabey seni hep hatırlayacağız.
Cenaze namazı foto galeri için TIKLAYINIZ