Risale-i Nur hizmetinin aksiyon dolu hizmetkârlarından değerli ağabeyim Nurettin Yaşar’ın ölümü münasebetiyle, kendisiyle yaşadığım bir hatıramı anlatmak istiyorum.
1970’li yılların sonlarına doğruydu. Ben Risale-i Nurları yeni yeni tanıyordum. Aylardan Ramazandı. Erzurum’da bir camide öğle ya da ikindi namazını kıldım. Namazdan sonra bir vaiz efendinin vaazını dinlemek istedim. Hoca efendi yaşlıca ve olgun görünümlü birisiydi. Konu cehennemdi. Konuyu anlatırken cehennemin hali hazırda mevcut olduğunu beyan etti, ancak halen mevcut olmayıp, bilahare yaratılacağını ifade eden bir kimsenin olduğunu söyledi ve bu düşüncenin galat ve gabavet olduğundan bahsetmeye başladı. Bu düşünceye sahip olan kişinin Said Nursi olduğunu söyledi. Said Nursi ismini duyunca bende bir elektriklenme oldu. Hoca efendi Bediüzzaman’dan olumsuz bir şekilde bahsediyordu. Bu da benim damarıma dokunmuştu. Mevzuu pek bilmiyordum. Zira yukarıda da bahsettiğim gibi Risale-i Nur’u yeni tanıyordum. Ama biliyordum ki, Bediüzzaman yanlış bir şey söylemez. Buna binaen, hoca efendiye itiraz edecektim. Hoca efendi kendisi bu fırsatı bana tanıdı.
“Sorusu olan varsa, bir kâğıda yazıp, göndersin..” diye kapıyı araladı. Ben de aceleyle “Sizin söylediğiniz o yanlış beyan Risale-i Nur’un neresinde varsa, bana söyleyin o kitabı getireceğim ve siz de o konuyu bu cemaate okuyup açıklayacaksınız” gibi bir şeyler yazdım. Hoca efendi okudu ve bana biraz sertçe: “Sen ne demek istiyorsun?” diye sordu.
“O söylediğiniz mevzu hangi kitapta varsa, cemaat beklesin, ben o kitabı getirip size sunacağım ve siz konuyu kitaptan okuyarak cemaati bilgilendireceksiniz…” dedim tekrar.
Hoca efendi oldukça şaşırmıştı, 17-18 yaşlarında bir genç karşısına geçmiş tuhaf tuhaf konuşuyordu.
“Sözler isimli kitap” diye karşılık verdi.
Ben cemaate döndüm ve “Cemaat bekleyin, kitabı getirip hocaya sunacağım, siz de olayı bir de kitaptan dinleyin” dedim.
Cami doluydu. Cemaat de meraklanmıştı. Koşa koşa dersaneye gidip Sözler’i kaptığım gibi camiye koştum. Cemaat bekliyordu. Bazıları bana diş biliyordu. “Sen nasıl olur da bizim hocamıza karşı gelirsin” der gibi bir halleri vardı. Hatta bazıları saldırmaya kalktı. Caminin imamı, iri yapılı, uzun boylu, nurlu yüzlü babacan bir adamdı. “Karışmayın çocuğa, tabi ki sorup öğrenecek” deyince, saldırgan tavırlılar geri adım atmak zorunda kaldılar.
Hoca efendi Sözler’i evirdi-çevirdi, ama mevzunun geçtiği yeri bir türlü bulamadı. Oysa sonradan öğrendiğime göre mevzu “Mektubat” isimli eserin 1. Mektubunda geçiyormuş. Neyse, hoca efendi bana döndü ve “Bu soruyu yarın cevaplayayım” dedi. Cemaate döndüm, “Evet cemaat, yarın aynı saatte bu konuyu açıklığa kavuşturacağız, siz de hazır olun” dedim.
Bilahare Mehmed Kırkıncı hoca efendiye gittim ve durumu aktardım. Hoca çok kızdı ve “Ya o hoca yine mi Üstadımız hakkında ileri geri konuşmaya başladı?” dedi. “Şimdi sen git ve yarın gel sana Nurettin Yaşar’ı katayım onun dersini Nurettin versin” dedi.
Ertesi gün hocama gittim. Nurettin Yaşar hazırdı. Nurettin Yaşar, Risale-i Nur eserlerini çok iyi biliyordu. Ateşli konuşmalar yapar, Risaleleri çok güzel okurdu.
Birlikte aynı camiye gittik. Hoca efendi yine namazdan sonra vaazını yaptı, bitirdi ve Nurettin Yaşar, hoca efendi kürsüden inmeden yanına yaklaştı. Meraklı cemaat de olacakları sabırsızca bekliyordu. Nurettin ağabey önce hoca efendinin iyi bir fıkıh üstadı olduğunu, Erzurum’un hatırı sayılır hocalardan biri olduğunu vs. güzel sözlerle methetti. Sonra Üstadımızın, cehennemin halen mevcut olmadığına dair Mutezile mezhebinin görüşünü tenkit ettiğini ve oradaki sözün Bediüzzaman’a ait olmadığını, Mutezile Mezhebinin görüşü olduğunu beyan etti. Öyle güzel ve ikna edici bir konuşma yapmıştı ki, hoca efendi tebrik etmekten başka bir şey söyleyemedi. Hoca efendi ve cemaat ikna olunca hem Nurettin ağabey, hem de ben hoca efendinin elini öptük ve camiden ayrıldık.
Bilahare bu olay Erzurum’da büyük yankı yapmış. Meğer hoca efendi Diyanet İşleri Başkanlığı’nda önemli görevlerde bulunmuş önemli rükünlerden birisiymiş. Emekli olunca fahri olarak Erzurum camilerinde vaaz vermeye başlamış. Her neyse.
Nurettin ağabey böylesine davasını bilen, sahiplenen Nur’un bülbüllerinde birisiydi. Ateşli konuşmalar yapar ve Risale-i Nur’u çok güzel okurdu. Allah rahmet etsin…