Bismillahirrahmanirrahim
Aziz kardeşlerim,
Risale-i Nur’un zuhurundan kırk sene evvel, geniş bir hiss-i kablelvuku, acip bir tarzda, hem bende, hem bizim köyde, hem nahiyemizde tezahür ettiğini şimdi bir ihtar-ı mânevî ile kat’î kanaatim gelmiş. Şefik ve kardeşim Abdülmecid gibi eski talebelerime bu sırrı fâş etmek isterdim. Şimdi Cenâb-ı Hak sizlerde çok Abdülmecid’leri ve çok Abdurrahman’ları verdiği için, size beyan ediyorum:
Ben, on yaşında iken, büyük bir iftihar, hattâ bazan temeddüh suretinde bir hâletim vardı. İstemediğim halde pek büyük bir iş ve büyük bir kahramanlık tavrını takınıyordum. Kendi kendime derdim: Senin beş para kıymetin yok. Bu temeddühkârane, hususan cesarette çok fazla gösterişin niçindir? Bilmiyordum, hayret içindeydim. Bir iki aydır o hayrete cevap verildi ki: Risale-i Nur, kablelvuku kendini ihsas ediyordu. Sen, âdi odun parçası gibi bir çekirdek iken, o firdevs salkımlarını bilfiil kendi malın gibi hiss-i kablelvuku ile hissedip hodfuruşluk ederdin.
Bizim Nurs köyümüz ise, hem eski talebelerim, hem hemşehrilerim biliyorlar ki, bizim köyümüz, fevkalâde gösteriş ve cesarette ileri göstermek için temeddühü çok severdiler; güya büyük bir memleketi fetheder gibi kahramanâne bir tavır almak istiyordular. Ben, hem kendime, hem onlara çok hayret ederdim. Şimdi hakikî bir ihtar ile bildim ki: O mâsum Nurslu insanlar, Nurs karyesi; Risale-i Nur’un nuruyla büyük bir iftihar kazanacak; o vilayetin, nahiyenin ismini işitmeyen, Nurs köyünü ehemmiyetle tanıyacak diye bir hiss-i kablelvuku ile o nimet-i İlâhiyeye karşı teşekkürlerini temeddüh suretinde göstermişler. ( Emirdağ Lâhikası 1, s. 28)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
hikmet : sır, fayda, gaye; her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılması
hâşâ : asla öyle değil!
temeddüh : övünme, böbürlenme
hodfuruşluk : kendi kendini beğenme
esas : temel, özellik
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
müdafaa etme : savunma, koruma
mânen : mânevî olarak
aziz : çok değerli, izzetli
zuhur : belirme, ortaya çıkma
hiss-i kablelvuku : bir şeyi olmadan önce hissetme duygusu
acip : acaip, tuhaf
nahiye : kazadan küçük, köyden büyük olan yerleşim yeri; bucak
tezahür : belirme, görünme, ortaya çıkma
ihtar-ı mânevî : mânen yapılan ihtar
kat'î : kesin
kanaati gelme : inanma, razı olma
fâş etme : açığa vurma, meydana çıkma
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
beyan etme : açıklama, anlatım
iftihar : övünme
suret : şekil, biçim
hâlet : durum, hâl
temeddühkârane : kendi kendini övme, böbürlenme
hususan : bilhassa, özellikle
hiss-i kablelvuku : bir şeyi olmadan önce hisseden duygu
ihsas : hissettirme, hatırlatma
âdi : basit, değersiz
firdevs : Cennetin en yüksek yeri
bilfiil : fiilen, uygulamada
hemşehri : aynı şehirden, aynı memleketten olan
fevkalâde : olağanüstü
temeddüh : övülme, övgü
kahramanâne : kahramancasına
hakikî : doğru, gerçek
ihtar : hatırlatma, ikaz
mâsum : günahsız, suçsuz
iftihar : övünç, şeref
nahiye : kazadan küçük, köyden büyük olan yerleşim yeri; bucak, belde
hiss-i kablelvuku : bir şeyi olmadan önce hissetme duygusu
nimet-i İlâhiye : Allah’ın nimeti
temeddüh : övünme, övgü
suret : şekil, biçim
meşhur : bilinen
himmet : mânevî yardım
âlim : ilim sahibi, çok bilgili olan
münazara-i ilmiye : ilmî sohbet ve tartışma
daire-i ilim : ilim dairesi
tarikat : İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol
vaziyet : durum, hâl
güya : sanki
rû-yi zemin : yeryüzü
ulema : âlimler, ilim sahipleri
evliya : Allah dostları, velîler
allâme : büyük âlim, derin ilim sahibi
kutub : önder, rehber; yaşadığı dönemin en büyük mürşidi
medar-ı bahis : söz konusu, bahsetme sebebi olan
fütuhat : fetihler, zaferler
ziyade : çok, fazla
zekâvet : zekilik, kurnazlık
münazara : tartışma
galebe çalma : üstün gelme
hissiyat : duygular, hisler
tarikat şeyhi : tarikat dersi veren mânevî lider, mürşid
medar-ı hayret : hayrete sevkeden, şaşırtan
müsabaka : yarışma
kaza : ilçe
hâlet : durum, hâl
ihtar : hatırlatma, ikaz
kat'î : kesin
mürşid : irşad eden, doğru yolu gösteren
şeyh : tarikat dersi veren mânevî lider, mürşid
şakirt : öğrenci, talebe
mürid : Allah’ın rızâsına kavuşmayı isteyen, bir mürşidin talebesi
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
imdad : yardım
istikbal : gelecek
nimet-i İlâhiye : Allah’ın nimeti
acip : acaip, şaşırtıcı
şerait : şartlar
hadsiz : sınırsız, sayısız
muarız : karşı gelen, karşı görüşte olan, muhalif
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
mukabil : karşı, karşı taraf
vehham : aşırı derecede vehimli, kuruntulu
garazkâr : kötü niyet sahibi, art niyetli
desise : hile
ihâta : kuşatıcılık, içine alma
tetkikat : araştırmalar, incelemeler
fevkalâde : olağanüstü
galebe : üstün gelme
tenvirat : aydınlatmalar, nurlandırmalar
serbestiyet : serbestlik
mevki : konum
kablelvuku : olmadan önce
Radıyallahu Anh : “Allah ondan razı olsun”
:
kuddise sırruhu : İlâhî hikmetten öğrendiği sırlar mübarek olsun anlamında, büyük veliler için kullanılan bir hürmet ifadesi
nahiye : kazadan küçük, köyden büyük olan yerleşim yeri; bucak, belde
mesrur : mutlu
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
âdi : basit, sıradan
âmi : halk tabakasından, sıradan
hane : ev
tarihçe-i hayat : hayat hikâyesi
istiğna : ihtiyaç duymama, kaçınma
sadaka : Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım
emsalsiz : benzersiz
izzet-i ilmiye : ilmin izzeti; ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık
had : sınır, yetki ve görüş sınırı
ziyade : çok, fazla
mezkûr : adı geçen
biraderzâde : kardeş oğlu
mahrem : gizli olan, herkese söylenmeyen
âsâb : damarlar; sinirler
rutubet : nemlilik, ıslaklık
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan; yağmur
hiss-i kablelvuku : bir şeyi olmadan önce hissetme duygusu
umum : bütün
hemşire : kız kardeş
tetimme : ek, tamamlayıcı not
aziz : çok değerli, izzetli
sıddık : çok doğru ve bağlı
zuhur : belirme, ortaya çıkma
küllî : büyük, kapsamlı
suret : şekil, biçim
has talebeler : Üstad Bediüzzaman’ın çok değer verdiği, ilk sıradaki talebeler
itiraf : söylenmek istenmeyen bir şeyin açıklanması
tarz-ı hayat : hayat tarzı, yaşam biçimi
namzet : aday