Nursi askere şöyle seslenmişti

Zaman yazarı Ünal Bediüzzzaman'ın 31 Mart vakasında meydana gelen karışıklıktaki yatıştırıcı rolüne dikkat çekti

Risale Haber-Zaman yazarı Ali Ünal Bediüzzzaman Said Nursi'nin 31 Mart vakasında meydana gelen karışıklıktaki yatıştırıcı rolüne dikkat çekti.

Başta peygamberler olmak üzere tarihe yeni bir mecra açmaya ve yepyeni bir gelecek inşasına çalışan inkılâpçı bütün büyük zatların derecelerine göre cefa ve mağduriyete maruz kaldığını belirten Ünal, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin de 50 yıldır aynı durumla karşı karşıya olduğunu ifade etti.

Bediüzzzaman Said Nursi'nin 31 Mart vakasında meydana gelen karışıklıktaki yatıştırıcı rolüne dikkat çeken Ünal, "Kendilerini Hak ve hakikatin emrine vermiş, Yaratan'dan dolayı yaratılanın, hattâ onlara her türlü mağduriyeti reva görenlerin de iki cihan saadetine adamış olan bu zatlardan biri de Bediüzzaman'dır. O'nun düşünce dünyasında toplumun yapısıyla ilgili olarak ordunun çok önemli bir yeri vardı. Meşum 31 Mart vakasında, onun gibi Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye âzası Ahmet Rasim (Avni) Bey, ayaklanmaya katılan askerlerin dine lâkayt, ibadetsiz komutanlarına karşı isyanına hak verirken, Bediüzzaman şöyle yazmış ve o askerlere şöyle seslenmişti: "En mukaddes cemiyet, askerin cemiyetidir. Zira birlik, kardeşlik, itaat, muhabbet ve Allah'ın Kelimesi'ni yüceltmek ki, dünyanın en mukaddes cemiyetinin maksadıdır. Askerin tamamı buna mazhardır. Ey askerler! Komutanlarınız bir günah ile kendilerine zulmediyorlarsa, siz itaatsizlikle 30 milyon Osmanlı ve 300 milyon Müslüman'dan her birinin hakkına zulmediyorsunuz. Zira bütün Müslümanların ve Osmanlıların haysiyeti, saadeti ve birliği sizin itaatinizle kaimdir. Hem 'Şeriat istiyoruz' diyorsunuz, fakat itaatsizlikle Şeriat'a şiddetli muhalefet ediyorsunuz." dedi.

Ordu içinde bilhassa Cumhuriyet döneminde iki arızaya vurgu yapan Ünal, yazısını şöyle sürdürdü:

"Ordu içinde bilhassa Cumhuriyet döneminde iki arızadan kurtulamayanlar hep bulunmuştur:
(1) İmparatorluklar döneminden kalma bir alışkanlıkla, asker-siyasetçi, asker-idareci olma, dolayısıyla kendisini ülkenin ve devletin sahibi görmeyi bırakamama. Bu, "Bir halkın efendisi, ona hizmet edendir" kudsî prensibi çerçevesinde ülkeye ve halka hizmetçilik olarak anlaşılıp uygulandığında belki faydalı bir tutum olabilecekken, ne yazık ki halk üzerinde âmirliğe, ona yön verme tavrına yol açabilmektedir.
(2) Cumhuriyet tarihi boyunca zaman zaman bilhassa bazı komutanlarda paranoyaya dönüşen irtica ve bölücülük korkusu.

"Bu iki husus, silahlı güç olarak milleti ve ülkeyi dışarıya karşı korumakla mükellef bulunan orduyu, 86 yıldır Kıbrıs çıkartması dışında haricî bir harekâta girişmezken, defalarca kendi hükümetinin üzerine gelmeye, siyasete müdahalelere sevk edebilmektedir. Yine bundandır ki, 72 milyonluk bir ülke, 700 bin kişilik bir ordu, güvenlik konusunda ve silah alımında dışa bağımlılıktan kurtulamamakta, daha da kötüsü, bunların ordu katında rahatsızlık meydana getirdiğini de maalesef işitmemekteyiz. Yine, ordu da "milletin bağrından çıkmış" olmasına rağmen, kanunlara bağlı, vatandaşlık vazifelerini yerine tam getiren millet fertlerinin dünyanın dört bir yanında yaptıkları muazzam hizmetler ülke için tehlikeli addedilebilmekte, 25 yıldır terörle savaşta milletin dindar fertleri şehid olurken, millet çoğunluğunun benimsediği başörtüsü ve daha başka bazı dinî değerlerle mücadele adına kanun dışı planlar, projeler üretilebilmektedir.

Sosyal - Medya Haberleri