Üstad, “muhakkinin şe’ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a’makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır” der. Üstadın, bunu ulema reçetesi olarak nitelendirdiği Muhakemat eserinde dile getirmiş olması manidardır.
Son günlerde Afrika ve Ortadoğuda baş gösteren eylemler ve bu eylemlere yönelik egemenlerin sert ve insancıl olmayan müdahalesine karşılık Ramazan Balcı beyin Üstadın bir yazısını dayanak göstererek eylemcileri itaate çağırmasının zorlamalı bir tevil olduğu düşüncesindeyim.
Üstadı bütün olarak okumadığımız takdirde mesajını doğru anlayabilme şansımız ol(a)maz. Bu yaklaşım her görüş ve ideolojiler için de geçerlidir. Bir görüş ve ideolojiyi bir bütün okumadığımız sürece onu doğru anlamamız mümkün değildir. Kanaatimce bu asrın en büyük yanlışlıklarından biri bütüncüklü okumalardan ziyade parçacı okumalar yapmamızdır.
Üstad, Kur’an talebesinin en önemli özelliği olarak “muhakkik”lik sıfatını ön plana çıkarır. Muhakkinin gavvas olması gerektiği, bir dalgıç gibi yaşadığı zamanın etkisinde kurtulup, tarihin derinliklerine dalması, olayları mantığın terazisiyle tartıp, her şeyin kaynağını bulması gerektiğinin altını çizer. Monarşi, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemini yaşamış olan Üstad, her üç dönemde de müspet hareket metodunu benimser.
Üstad, hayvaniyetten gelme olan istibdadla ilgili, “şeriat-ı gara zemine nuzul etti. Ta ki zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin. Şu insaniyetin siyah lekesini izale etsin. Hem de izale etti. Fakat, va-esefa ki, istibdat bir parça hayatlandı. Ta Yezid zamanında, bir derece kuvvet bularak başını kaldırdığında, İmam-i Hüseyin Hazretleri hürriyet-i şer’iye kılıncını çekti. Başına havale eyledi. Fakat ne çare ki istibdadın kuvveti olan cehl ve vahşet, cevanib-i alemde zeyn-ab gibi Yezid’in istibdadına kuvvet verdi” der.
Üstad, “Ecnebiler, Avrupalıların terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddi cihette kurun-u vustada durduran ve tevkif eden altı hastalıktan” biri olarak “Çeşit çeşit sari hastalıklar gibi intişar eden istibdad”a vurgu yapar ve bu hastalığın çaresi olarak da Şura Suresi 39. ayetini “onların işleri aralarında şura iledir” tiryak olarak sunar.
Üstad, 1900’lü yılların başlarında “padişah ne zaman peygambere ittiba ederse biz de o zaman ona uyarız. Yoksa padişah Halife de olsa hayduttur” diyerek padişahı ehli hak ve hakkaniyetli olan, doğru Müslüman olmaya davet ettiği gibi böyle olmadığı sürece kendisine itaat etmeyeceğini söyler. Üstad bu ve benzeri cümleleriyle mutlak itaat anlayışını reddettiği gibi mutlak itaatin sırat-ı müstakime aykırı olduğunu dile getirmektedir.
Üstad; şecaat, iffet ve hikmetin meczinden ve hülasasından hasıl olan adl ve adalete işaret eden sırat-ı müstakimi izah ederken, doğru yolda olmanın ölçüsü olarak “şecaat’ kavramını kullanır ve şecaat’ı; “hukuku diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder. Meşru olmayan şeylere karışmaz” şeklinde tanımlar. Üstadın mesajını, gavvas bir muhakkik olarak okuduğumuzda mutlak itaati çağrıştıran bir söylemi olmadığı gibi şiddeti tasvip eden bir söylemin olmadığını da söylemek mümkündür.
Üstadın 1900’lü yılların başında 31 Mart olayı öncesinde ayaklanan askerlere yönelik itaat çağrısını bugün hayvaniyetten gelme istibdad zincirlerini şiddet dışı eylemlerle kırarak orta çağ karanlığından kurtulmaya çalışan Ortadoğu halklarını, Yezidvari davranan diktatörlere itaat ettirmeye çağırmak muhakkiklikle bağdaşır bir tarafının olmadığı düşüncesindeyim. Tam tersine bu anlayış, kalpleri katılaşmış diktatörlerin iştahını kabartır ve istibdadlarıyla insanları parçalamaya devam eder. Ortadoğu ve İslam coğrafyasına buna şahittir.