Asrın Sultanına şefkat kucağı.
Mahzun kalpleri şad eder Nurs Köyü.
Kadirşinas insanların bucağı.
Viran gönlü abad eder Nurs Köyü.
On dokuzuncu asr bitmek üzere.
Felaket, helaket asrı geliyor.
Osmanlı sahneden gitmek üzere
Yepyeni aktörler sahne alıyor.
Her tarafta bir kavga, bir kargaşa.
Bu alem sancılı; çileye gebe.
Gözyaşı karışır bir tabak aşa.
Nefisler, kalplere eder galebe.
Artık ahir zaman, beklenen asır.
Korkulan o fitne asrı geliyor.
Nefisler şahlanmış, vicdanlar kısır.
Kalp ehli insanlar bunu biliyor.
Böyle bir vasatta, Şark’ta bir belde.
Mütevekkil insanların diyarı.
Sabır, şükür duyguları gönülde
Kış içinde yaşar gibi baharı.
Mütevazi bir evde, tatlı telaş.
Bir doğum var, beklenir heyecanla.
Gözlerde sevinçten birkaç damla yaş.
Karşılanır, bir bebek ruh-u canla.
Baba, fakir-ül hal, Mirza Efendi.
Anne, mütedeyyin bir köy kadını
Herkes, düşünülen ismi beğendi.
Said olsun, ‘’SAİD’’ korlar adını.
Nuriye Hanım, abdestsiz emzirmez.
Hamileyken, abdestsiz basmaz yere.
Sofi Mirza, haram lokma yedirmez.
Büyük değer verir; emeğe, tere.
Hareketli geçer çocukluk çağı.
Etrafa her şeyi merakla sorar.
Belejur, O’na bir tefekkür dağı.
İlmin yollarını o günden arar.
Yedi yaşındayken başlar yolculuk.
Tağ karyesinde birkaç gün ders alır.
Onunla kavga edince bir çocuk,
Ders arzusu başka zamana kalır.
Hizan Yaylasında kalır bir müddet.
Tahsil aşkı sönmez bir volkan gibi.
Nur Mehmet Efendi verse de kıymet,
Bazı talebeler bir yaban gibi.
Abdurrahman Taği, bir gönül eri.
Nurs’tan gelenlere himmet edecek.
Hangisidir bilmez, Onlardan biri,
İslam’a çok büyük hizmet edecek.
Bir gün rüyasında kopar kıyamet.
Sırat Köprüsünün başında bekler.
Oraya gelince Cenab-i Ahmed(ASV),
Ellerini öper ve hemen ekler:
‘’Sizden Kur’an ilmi, benim dileğim’’
Resulullah, cevap verir hikmetle:
‘’Ümmetten sual sormaman, isteğim.
Kur’an ilmi verilir suhuletle.’’
Uykudan uyanır, yeni bir alem.
Yerinde duramaz, heyecan dolu.
Ona iki yoldaş: Kitap ve kalem.
Başka bir dünyaya açılır yolu.
Gezer Bahçesaray, Bitlis, Vastan’ı.
Buralarda kısa süreler kalır.
Bayezıt’ta bulur ilm-u irfanı.
Hakikatli dersi burada alır.
Üç ayda ezberler, seksen kitabı.
Şeyh Mehmet Celali, ferasetli zat.
Artık insanlığa Onun hitabı.
Ruhunda heyecan coşkulu, kat kat.
Abisi Abdullah, ilim aşığı.
Önceleri ders verir kardeşine.
Onda görünce bu farklı ışığı.
Gizlice ders alır, düşer pe
Bin dokuz yüz elliden sonra bir gün
Molla Mehmet, Nurs’ta hasta yatıyor.
Etrafı sarmışken bir sessiz hüzün,
Yüreği vuslat aşkıyla atıyor.
Ölmek üzereyken ayağa fırlar,
‘’Seyda geldi, Seyda geldi’’ diyerek.
Son nefeste nurlu siması parlar.
Huzurla berzah libası giyerek
Gezerken, önemli bir tespit yapar:
Medreseler asra hitap etmiyor.
Metot değişmezse, alaka kopar.
İlmi ihtiyaca artık yetmiyor.
Farklı bir müfredat esas olmalı.
Müspet fenler okutulmalı burda.
Çağa hitap eden bir yol bulmalı.
Yepyeni bir sistem olacak Nur’da
Bir ömür, hep ilmin peşinde koşar.
Köyünde sadece kalır dokuz yıl.
Nefis, şeytan engellerini aşar.
Maksadı, Allah’ın rızası asıl.
Hiç köyüne uğramaz yetmiş sene.
Esas derdi cemiyetin imanı.
Hayatını adar, mukaddes dine.
Asrın fehmine anlatır Kur’an’ı.