Sevmek, bir tercih ve duygu değil sadece. Beğenmekten öte bir istek, arzu, ilgi ve alaka yumağı. Bütün bunları besleyen eğilimler, cezbedici haller, belirleyici modeller ve dahası kalbin merkezine yerleşen hakikat sevgileri vardır.
Hakikatin kalbi, kalbimizin hakikati ile gerçek muhabbetin merkezi ve muhatabıdır. İlahi tecelliden/aynadan yansıyanı karşılamak üzere hazır olan kalbin aşkın kimyasında en sevdiği ve en model aldığı rehber zat, rehberler rehberi ve sevgililer sevgilisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) var.
Madem ki nur sana, madem ki kainat sana, madem ki insan/lık çekirdeği sana,
Madem ki rahmet temsili sana, madem ki eminlik sana
Madem ki yüksek ahlak sana…
O halde ne kaldı ki bana… Seni sevmek dışında. Sana en kalbi aşkı sunmak dışında.
Ve bu sevgi; Nura, nuruna, Nur-u Muhammediyeye (asm).
Nura aitlik bir huzurdur. İçinde sadece muhabbet vardır. İncizap vardır. Çekicidir. Ruhun inşirah alanlarına uzanan kalbi bir niyaz ve muhabbetin merkezine yerleşen bir nur vardır.
Nurdan zarar gelmez. Işıkla tanışan her göz için nur aydınlıktır, kuşatır, engelsizdir, direk kalbe ve vicdana yol bulur.
Nurun engelleri yoktur. Engel de olmaz. Engellenemez. Nur, kainatın yaratılış dokusu ve varlığın hidayetle taçlanan bereket, huzur ve insanlık müjdesidir.
Nura aşık olan, nurdan medet uman, ism-i nura yapışan, “Ya nurennur, ya münevvirennur, ya musevvirennur” diyen bir dil, bir dudak ve onun mahzeni olan kalp ve fıtrat engelsizdir. Nurun nuruna, nurlandırmasına ve tasvirine/sarmasına giden bir aydınlıktır.
İnsan, maddeden uzaklaştıkça maneviyatla, nurla kucaklaşır. Kalbini nurla besledikçe, aklına mukayyet olur, nurani fikirler ve yansımalar hakim olur lisanına.
Nur, herkese aittir. Herkese şavkını/şevkini/şefkatini verir. Herkesi korur, sarar, ulaşır ve asla tahsis ve tekel kabul etmez. Ama muhatapların dünyasında yansımaları farklı olabilir. Teslim olandan teslim olacağa, inkar edenden iman edene herkes derecesine göre o nurdan feyzini alabilir. Alıp almamak, kabul edip ret etmek bir imtihan sırrı, nasip, talep ve niyetle birlikte takdir meselesi.
Sonuçta takdir-i İlahi bize ait olmadığı için takdirini de elbette biz yapamayız.
Risale-i Nur için “Nurun aşıkları her yerde vardır” fikrinden hareketle, hakikat nurlarından mülhem tefekkür zeminidir.
Risale-i Nur, topuz değil nur gösterir. Nur talebeleri ise, vicdana seslenişin sırları içinde nurun aşıklarına belki sinyal verirler. “İsteyen alır.” Aklı ve kalbi muhtaç olan ister, dahil olur. Risale-i Nur okuyan, sahibine aitliği anlar ama asla sahiplenmez. Mülkiyet hakkı değil bu.
Kainat nurunun tefekküri yansımalarıdır. Yaratılışın nurla inen nurundan haber veriyor. Melekle nüzul olan emrin, nurani varlığı ve inşirahı ve inkişafı için zihinleri hazırlıyor. Asr-ı saadet ve nur-u Muhammedi (asm). Üzerinden çağımıza taze mesajlar veriyor. Kainatı kuşatan nurdan çağımıza yansıyan sünuhat ve ilhamlardandır Risale-i Nur.
Nur, vericidir sadece. Asla almaz. Nur şefkatle kuşatır ve daraltmaz. Nur, nuranidir. Kalbidir, vicdanidir, halidir, kavlidir. Dahası, her anı andır ve kazançtır ahiret bütçesine. Nur, bizzat istiğnayı ifade eder.
Herkes fıtratında nura aşıktır. Biz, sadece perdeleri kaldırarak tezahürüne belki bir vesileyiz. Perde olmadan ayna olmaktır görevimiz.
Nur zaten var. Duvarları, perdeleri ve engelleri kendi tarzıyla aşar.
O yüzden Risale-i Nur’un hizmet metodu olan “sırrentenevveret” esastır. Nurlanma sırlıdır. Kalbten kalbe yolunu bulur ki, işte muhabbetin okyanusu orda. Dereler oraya akarsa anlamlı. Müspet iman hizmetinin tezahürü de nuranidir. Güç merkezli değildir.
Ebedi olana aşık olmak, insanı başkalaştırır. Nüvesini oradan alınca tohum olacak çekirdeği, meyve verecek ağacı ve büyük insan olan kainatı kaplayacak nurlara bir lahza kadar erişse, huzura kapı açılır.
Vazifemiz, fıtrat diliyle nurun aşıklarına “Buyur” demektir. Ve vazifeyi onlara devretmektir.
Böylece Genç Saidler çağın tarzına uygun esas üzerinden yeni sistemler geliştirirler.