O, (a.s.m) gelmeden önce yeryüzünü mânevî bir karanlık kaplamıştı
Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.
Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur.
Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur.
Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o NUR onun aklı olur.
Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî onun andelîbi olur.
Eğer pek büyük bir saray farz edilirse, nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezelin makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı sanatını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münâdi ve teşrifatçı olur. Bütün insanları dâvet ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, 99)
Mevcûdat; insanlığın isyan, zulüm ve vahşetinden bunalmış, âdeta yasa bürünmüştü. Ruhları ve kalpleri keder kaplamış, ızdırap ve göz yaşını tuttuğu yasla sanki ilân ediyordu.
Tevhîd inancı çekilmeye yüz tutmuş, dalâlet ve şirk kasırgası mahalli iman olan kalpleri kasıp kavurur hale gelmişti.
İnsanlık öylesine vahşetin pençesine girmişti ki, mazlumun iniltileri, zulüm kamçıları arasında göklere yükseliyordu.
Akıl, kalp ve ruh büyük bir baskı ve istibdat altındaydı.
Âlem mahzûn, varlık mahzûn, yer mahzûn, gökler mahzûn, nücûm mahzûn, melek mahzûn, felek mahzûn, semek mahzûn, arş mahzûn, ferş mahzûndu.
Kâinat kitabının ayetül-kübrası ve divan-ı nübüvvetin (peygamberlik meclisinin) hâtemi (Mührü, tescili, en son halkası) ve künuz-ı mahfiyenin (gizli hazinelerin) miftahı (anahtarı) , saâdet düsturlarını beyan eden insanlığın meşhur hatibi olan Hz. Muhammed (a.s.m), Tevhid dâvasıyla insanlığın gecesini gündüze, kışını bahara çevirdi. (Bediüzzaman)
Bu nedenle Dünya neye sahipse onun vergisidir hep . Bütün insanlık, her bir ferd o masuma borçludur. Bu yüzden O (s.a.v), en çok övgüye layıktır.
Zulümâtı dağıtan O nûrânî ZAT, Mevlânada en mükemmel rehberdir. O tüm âlemler için rahmettir. Saâdet ve esenlik yurdunda da ümmetinin şefaatçisidir. Mevlânâ, Ben sağ olduğum müddetçe Kurânın kölesiyim. Ben Muhammed Muhtârın yolunun tozuyum. diyerek aşkını dile getirir.
Yunus Emre, Cânım kurban olsun senin yoluna - Adı güzel kendi güzel Muhammed diyerek figan eder Onun için. On sekiz bin âlemin Mustafâ'sı Mi'râcında ümmetini dilemiştir. Arayı arayı bulsam izini/Bir mübârek sefer olsa da gitsem/İzinin tozuna sürsem yüzümü/Kâbe yollarında kumlara batsam/Hak nasib eylese görsem yüzünü mısraları duygu dolu bir yüreğin Onun aşkıyla tutuşması ve içli bir yakarışıdır.
ONUN GETİRDİĞİ NUR İLE;
Kâinat şenlendi, ağaçlar, bağlar, bahçeler selâma durdu. Zerreler ordusu sevinç göz yaşlarına boğuldu. Çünkü âlemin reisi kâinatı şereflendirmişti.
Ve bütün âlem, her canlı ve mümin olan herkes, îman ve irfanı, salah ve takvası, feyiz ve maneyivatı nispetinde bu İlahî hazdan feyizyab olabilir. Bu güzel hal, bu tatlı visal ve bu emsalsiz haz ile felek mest, semek mest, melek mest, zerre mest, şems mest, kamer mest, arş mest, ferş mest oldu.
Allahın nûru ile nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir? Her an huzûr-u İlahîde bulunmak bahtiyarlığına eren bir kulun, O Resûl-i Zîşâna ümmet olma sevdasıyla yanıp tutuşan insan ruhunu, hangi fanî emel ve arzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespaye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve tesellî edebilir?
Onun yârı, mürebbisi, velîsi Allah (c.c) olduktan sonra
Ona ümmet olma şerefine erişen bizler için bu şeref, bu his, açılan nurânî ufuklar; yeniden biatımızı tecdît hazzını ve onurunu yaşatması adına erişilmez bir nimet, sarsılmaz bir iman ve sadâkattır.
O Nebiyyi Muhteremi gönderen Zatdan niyazımız; imân ve sadâkatımızın ebede ve mahşere kadar devam etmesidir.
Sallallahu Aleyhi Ve Sellem.