“…O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı.” (ÂL-İ İMRAN-103)
Bir gece yarısı, Ateş çukurunun kenarında idik. Batılı Sömürgecilerin yıllardan beri Müslüman coğrafyalar üzerinde alışıldık oyunlarından biri daha gerçekleşmek üzereydi. Suriye’de, Irak’ta, Balkanlarda, Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da yaptıkları gibi… Aynı oyun, aynı hedefler. Darbe, kaos, bölme, bölüşme ve postmodern sömürgeleştirme!
Yüce Rabbimizin ihsanıyla birden tüm kalbler tek yürek olmuş bağırıyor “Ülkem, Vatanım, Devletim!” ve yukarıdaki ayette belirtildiği üzere, “kardeşler” gibi birleşiyor, sokaklara dökülüyor, darbecilere karşı direniyorlar. Kimileri, şehit oluyor, kimileri yaralanıyor. Ancak yüreği hala vatan ateşinde, “Vatan sağ olsun, vatanım sağ olsun”.
Bir Çanakkale destanı daha yazılıyor…
8 Haziran 2016 tarihinde yerel bir gazetede, tüm Müslüman coğrafyaları sömürgeleştirmeye çalışan Global Sömürü düzenine karşı dünyadaki tek duruşun, direnişin Türkiye olduğunu konu edinen yazımda şunları yazmışım.
“İşte vakit yine akşam. Ancak bir ümid-i nevbahar Türkiye!
Köleleştirilen dünya düzenine, meydan okuyan Türkiye! Dünya beşten fazladır, diyen ve uğruna çok bedeller ödeyen bir ümid-i nevbahar.
Türkiye, sadece Müslüman coğrafyaların değil; tüm sömürülmüş, yok edilmiş milletlerin ümidi olmuştur. Üzerimizde kurgulanan bu kaos planları nedendir, diye sormayalım. Geçen iki yüz yıl boyunca çökertilmiş, yok edilmiş sömürü dünyası, Afrika’da açlıktan ölenler ve mazlum Müslüman coğrafyalar bunun cevabını her gün veriyorlar.
O halde ve herhalde Yola devam! Sömürülen dünya adına, İslam adına; vatan, millet ve ümmet hesabına. Rabbim gayret versin…” (Bkz. 08.06.2016, Global Sömürünün Ayak Sesleri, Pusula)
Global Sömürgeciler, mazlum ülkeler içindeki oyuncuları üzerinden gerçekleştirdikleri darbelerle oyunlarına başlarlar. Sahnenin sonraki perdeleri; kaos, bölünme, paylaşım ve sömürü… Yani “sen çalış, ben yiyeyim. Madenlerine el koyayım. İnsanın da köle işgücü düzeyinde bana çalışsın. Stratejik Enerji koridoru vs. her şey benim olsun.”.
İşte ilk akşam ve takip eden diğer akşamlarda milletçe darbeye karşı kahramanca direniş gösterdik. Diğer Müslüman coğrafyalara da ders niteliğinde nasıl olabileceğini…
Türkiye bir yandan dünyayı hele de Müslüman coğrafyaları asırlardır soyan, sömürgeleştiren Büyük Hırsız (Sömürü) Krallığı’nın oyununa karşı koyuyor, diğer yandan Müslüman coğrafyalara “direniş nasıl yapılır” ders veriyor, önderlik yapıyor. Onların sömürülmüşlük, açlık ve yalnızlığına ümit oluyor.
Şimdi bir Mısırlı’nın sadece kendi ülkesi yok. Bir Mısır’ı var, bir de Türkiye’si. Bundan sonra bir Irak’lının, Filistinli’nin, Bosnalı’nın, Afrikalı’nın sadece kendi ülkesi yok, bir de Türkiye’si var. Tüm Müslümanların bundan sonra hem kendi ülkeleri var hem de Türkiye’si.
M. Akif, Cumhurbaşkanımızla birlikte bu aziz milletimizin direnişini ve şu akşamları görseydi belki de her geceye bir Çanakkale şiiri yazacaktı.
“Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran,
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran.
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;” M. Akif Ersoy
Bir Çöl Hikâyesi
Bir zamanlar içlerinden bereketli ırmakların aktığı, yemyeşil ağaçların, ormanların hâkim olduğu huzurlu bir beldenin ağaçları kesildi, ırmakları kurutuldu. Kalan ağaçlar ve yeşil örtü, ırmaklar kuruduğu için beslenemedi ve o bereketli diyarlar çöle döndü.
Derken o yüksek dağların tepelerindeki yüce buz kütleleri eriyerek ve farklı yollar izleyerek o kurumuş çöllere hayat vermeye başladılar. Zamanla kimi şelaler gibi coşarak, kimi yalçın kayaları, dağları aşarak… Tek gaye vardı o kurumuş çöllere Hayat Vermek!
Tek gaye vardı Kuran’sız kalan bu vatan evlatlarının çöle dönüştürülmüş gönüllerine Kuran’ın iksirini ulaştırmak…
İşte 1930’lu, hele de kırklı yıllar. Ezan susturulmuş, Kuran okumak yasak! Kuran ilmini insanlara anlatan çok kıymetli âlimler yok edilmiş. Korku rüzgârları her tarafı sarmış. İşte böyle bir zamanda hayatını Kuran yolunda feda eden âlimler çıkmış. Farklı yollardan, izlerden Kuranı insanlara anlatmaya, insanları Kuran’la buluşturmaya başlamışlar.
Tıpkı İmam-ı Rabbani (KS) gibi, tıpkı Abdülkadir-i Geylani (KS) gibi, Kuran’ın hayat suyunu gönüllere ulaştırmaya gayret etmişler. Bir kısmı bedelini hayatıyla ödemiş ve bu emanet bugünlere gelmiş.
Derken yeniden dirilişin, yeni fidanların çıkması hengâmında biri çıkmış. Birçok hasenatı üzerine alır görünmüş, milleti hatta devleti dahi kandırıp okullar açmış, büyük sermayeler oluşturmuş, ancak daha sonra “Global Sömürgecilere” o yemyeşil vadileri peşkeş çekmeye niyet etmiş. Kahhar-ı zülCelal’in tokadını yemiş. Hala uzaklardan o yeşil vadileri yok etmek isteyenlere hizmet! ediyor.
Şimdi, bu iklimi yok etmeye alet olanlar, Bedr’de ittifak kuvvetlerinin dağılması gibi kaçışıyorlar.
Ancak okçular tepesinde de bazı durumlar zuhur ediyor. Tam da Cumhurbaşkanımızın “Safları sıklaştıralım.” dediği bir zamanda! Bazıları okçular tepesinde iman ehline ok atıyor! Bunun anlamı ve gayesi nedir? Kimileri ganimet derdine mi düşmüş ne!
Fırsattan istifade iman ehlini tahkir ediyor. Eğer tahkirinizde varsa! rıza-yı İlahi emr ve baş üstüne ancak niyetiniz safları kırmak ise Allah müstehakınızı versin.
Tam da “Global Sömürüye Karşı, Ülkemize oyun oynayanlara karşı” safları sıklaştıralım derken, birileri bu birliktelikten rahatsız oluyor. Hem de Rabbimizin “Bir Olun” (ÂL-İ İMRAN-103) emrine en fazla ihtiyacımız olduğu dönemde…
İşte birisi, “Sözler’e küfr ederim”, diyor! Ey Sözler’e küfrederim diyen! Sözler’de varsa ilmî bir yanlış neden yıllardan beri sustun? Tevhid, nübüvvet, haşir ve ubudiyet konularından bahseden bu eseri tahkir, hangi vicdana sığar?
Sayın Cumhurbaşkanımızın müjdeleyerek birilerinin kurumsal tekelinden kurtarıp Diyanet vakfı tarafından basılmasını sağladığı “Sözler!”.
Şimdi anlaşıldı mı bu eserlerin neden birilerinin tekelinden, tahrifinden kurtarıldığı? Çünkü bu tefsir Kuran’ı anlatmasına rağmen bazı art niyetliler bunu kendi hesabına su-i istimal ederse, etmişse bunda eserin veya eserdeki anlatımların suçu var mıdır?
İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ındaki ism-i Zahir ve ism-i Batın konusunu idrake ilmi yetişmediği için kavrayamadığı için ne kadar acıdır ki o Mübarek Zat da tahkir edildi. Aynı konu Mesnevi’de de “ism-i Zahir ile ism-i Batının hükümleri, İsmi Zahir ve İsmi Batın itibarıyla” şeklinde ele alınmıştır. Bunlar Kuranî kavramlardır ve bu nedenle bu mübarek Zatlar açıklamaya çalışmışlar. Öğrenelim, ilmedelim, marifet eyleyelim diye…
Eski zamanda sahib-i kemâlât insanları herkes severdi. Onlara muhabbet edilirdi. İlimlerine hürmet vardı, uzlaşı kültürü vardı. Anlamadığı, kavramadığı şeyi tahkir yoktu.
Bakalım Kuran’ın mucize belagatından bahseden 25. söz ne diyor?
“Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken,
Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.”
(Elde Kuran gibi sonsuz bir mucize varken, başka delil aramak gereksizdir. )
Bakalım Peygamberimiz (AS)’dan bahseden 19. söz ne diyor?
“Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrap, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzâkiri…” (19. Söz)
Ey Sözler’e küfretmeye niyet eden insaf eyle! Neye küfredeceksin, bir bak. Ne anlatılıyor bir oku.
“Sözler” ve diğer tüm eserler hizmet-i Kuran içindir. İlmî olan tüm eserler Kuran’ın hizmetkârıdır. Kıymettarlığı da Kuran’a hizmetkârlık cihetiyledir.
“Mantıkça mukarrerdir ki; zihin, melzumdan tebaî olarak lâzıma intikal eder.”
(Sünûhat)
Yazımı, başka bir yazımın Sonsözü ile tamamlamak istiyorum.
“Her gayret her çaba, mana-yı Kuran içindir. Hakikat-i Kur’an içindir. Kur’an hakikatine, manasına götürmeyen hiçbir şey cazibedar görünmüyor. Zat-ı zülCelal’in vaz ettiği manalardan alıkoyan hiçbir mana, hiçbir suret… Kuran’dan başka hiçbir kitap… O manaların, muallim-i Ekberi olan Peygamberimiz (AS)’ın hutbe ve dersindeki manalara müştakız. O derslerden ilmeden ve vazıh bir surette bize nakleden ehl-i velayete ve onların zikrettikleri hakikate…
Hakikatleri Kuran’da kelam suretinde okuyan, Peygamberimiz (AS)’da sada suretinde duyan, her bir asırda O’nun ilmini ilan eden ehl-i velayette hikmetini işitenlerin kalb semalarına doğan âli manalardan Rabbimiz bize de ihsan eylesin…”