Bismillahirrahmanirrahim
Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san'atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa'ya hitap etmiyorum.
Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa'ya hitap ediyorum. Şöyle ki:
O zaman, o seyahat-i ruhiyede, mehâsin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan mâlâyâni ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa'nın şahs-ı mânevîsine karşı demiştim:
Bil, ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dâvâ edersin ki, "Beşerin saadeti bu ikisiyledir." Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek!
Ey küfür ve küfrânı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba, hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetlerle musibetzede olmuş ve azâba düşmüş bir adamın, cismiyle zâhirî bir surette, aldatıcı bir ziynet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? Ona mesut denilebilir mi?
Âyâ, görmüyor musun ki, bir adamın cüz'î bir emirden meyus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle, tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu tazip ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor.
Halbuki, senin şeâmetinle kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalâlet darbesini yiyen ve o dalâlet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş'et eden bir biçare insana hangi saadeti temin ediyorsun? Acaba, zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azap çeken bir insana mesut denilebilir mi? İşte, sen biçare beşeri böyle baştan çıkardın; yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azap çektiriyorsun. (Lemalar Sh. 119-120)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
DÎN-İ HAKİKÎ : Gerçek din.
FEYİZ : Bolluk, bereket; ilim, irfan; mânevî gıdâ; şan, şöhret; ihsan, fazîletli.
HAYAT-I İÇTİMÂİYE-İ BEŞERİYE : İnsanların sosyal hayatı.
NÂFİ : Menfaatli, faydalı, şifalı.
HAKKANİYET : Haktan ve doğruluktan ayrılmama, gerçeklik, doğruluk.
FÜNÛN : Fenler.
HİTÂP : Konuşma, söz söyleme, çağırma, topluluğa veya birisine karşı konuşma.
FELSEFE-İ TABİİYE : Herşeyi tabiatın yarattığına inanan felsefe.
ZULMET : Karanlık.
SEYYİÂT : Kötülükler, günahlar, suçlar.
MEHÂSİN : Güzellikler, iyilikler, iyi ahlâklar, insana verilen hüsün ve cemâl.
BEŞERÎ : İnsanî, insanlara ait.
SEFÂHET : Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
SEVK : Önüne katıp sürme.
SEYAHAT-İ RUHİYE : Rûhun seyahati, rûhen seyahat.
MEHÂSİN-İ MEDENİYET : Medeniyetin nîmetleri, güzellikleri.
FÜNÛN-U NÂFİA : Faydalı fenler.
MÂLÂYÂNÎ : Mânâsız, faydasız, boş şey.
MUZIR : Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
ŞAHS-I MANEVÎ: Tüzel kişilik.
SAKİM: Hasta, keyifsiz. Sağlam olmayan.
NEŞREDEN : Yayan
BEDBAHT : Bahtsız, mutsuz, kötü, fenâ.
MUSÎBET : Belâ, felâket, hastalık, dert, sıkıntı, ezâ, başa gelen acı durumlar.
ZÂHİRÎ : Görünüşte, dıştan, maddî yüze ait.
ZİYNET : Süs.
ÂYÂ : Acaba, nasıl oluyor, hayret gibi mânâlara gelen şaşkınlık bildiren bir edattır.
CÜZ\'Î : Azdan olan, parçaya âit olan, pek az, kıymetsiz.
ME\'YUS : Ümitsiz, kederli.
VEHMÎ : Vehimle ilgili; aslında var olmadığı halde varmış gibi görülen herhangi birşeye âit.
EMEL : Şiddetli istek, gaye, ümit.
İNKİSÂR-I HAYAL : Hayal kırıklığı.
ŞEÂMET : Kötülük, uğursuzluk.
ESAS : Öz.Temel. Kök. Rükün. şart. Hakikat ve mahiyetler.
İNKITÂ : Kesilme, tükenme, tıkanma.
NEŞ\'ET : Çıkma, doğma, meydana gelme, kaynaklanma, yetişme.
ZAİL : (Zâile) Geçen, geçici.Devamlı olmayan. Tükenen.