Şeyma Gür'ün dünkü yazısından anladığım kadarıyla, Risale-i Nur'un beşeriyete sunduğu iman-hayat-şeriat basamaklarıyla ilgili yaklaşımları bir bütün olarak algılanmıyor. Saygılıyım ama bu anlayış tarzının kendi çapında oluşturduğu döngü nominal Müslümanlarla aynıdır. Dış etkenlere açık, sosyal hayata ilişkin ilkeli bir rotası bulunmayan veya arkasında duracağı ilkeleri olmayan ve üstelik güncellenebilir yorumlara açık olmayan düşünceler geçmişte yaptığı her karardan pişmanlık duyarlar. Hata yaptıklarını itiraf ederler ve yine hata yaptıklarının farkında olmadan yeni bir fikir daha ileri sürerler. Çünkü sosyal olaylara ve gelişmelere Risale-i Nur gözlüğü ile değil, kendilerince kurguladıkları radikal anlayış çerçevesinde bakıyorlar.
Bir açıdan bakıldığında bir kısım Nur talebelerinin sosyal ve siyasi olaylara bakışlarında da radikal İslam yaklaşımı görüyorum. Radikal İslam anlayışında etken kuvvetler iktidar olmak, güç elde etmek, makam ve mevkileri ele geçirmek, maddi kaynaklara sahip olmak veya bunların sömürülmesine karşı çıkmak gibi domine edici faktörlerdir. Bu yaklaşımın değişmezi dost asla yoktur ve değişmez düşmanlar çoktur; büyük ve küçük bir sürü şeytanlar vardır; kafirler topluluğu tek bir millettir.
Şeyma Gür (yazısından anladığıma göre1970'li yılları yaşamış) 1980'den önceki dünyada, bizim, Risale-i Nur'a dayanarak savunduğumuz ehl-i kitap-komünizm çatışmasındaki Mehdi-Deccal / Mehdi-Süfyan yorumlarımıza dayanarak ortaya koyduğumuz tavırları küçümsüyor. Hatta ABD tarafından oyuna getirildiğimizi düşünüyor. Bugün komünizmin esamesi kalmadıysa bu hem insanlık ve hem de İslamiyet aleminde, bahusus Türkiye'de, Risale-i Nur sayesinde gerçekleşmiştir. Ben şahsen o zamanki görüşlerimizin arkasındayım. SSCB'nin yıkılmasından sonra İslam dünyasının hedef olması ise, İslam aleminin Risale-i Nur'ları tanımamasından ya da ona uygun hareket etmemesinden kaynaklanıyor.
Ben de Üstadım gibi diyorum:
Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celp namesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır. (Divan-ı Harbi Örfi, Yarı Cinayet)
Risale-i Nur'un müdakkik okuyucuları biliyor ki, benzer bir yaklaşım olan Bağdat Paktı (CENTO) da SSCB'nin Ortadoğu'ya inmesini önlemek amacıyla kurulmuş ve bu Pakt Bediüzzaman tarafından övgüyle karşılanmıştır.Reis-i Cumhura ve Başvekile Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak'la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşaallah 400 milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i âmmenin teminine kat'î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım. (Emirdağ Lahikası II. Cilt 139. Mektup)
Şimdi sormak gerek: Bediüzzaman, Orta Doğu Güvenlik Sistemi tasarısı kapsamında, ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'in teşebbüsleri ile başlayan CENTOnun kuruluş teşebbüsünde ABD ve İngiltere'nin kendi çıkarları için bu ittifakta olduklarını bilmiyor muydu?
Burada bakış açısı önemlidir. Siyasal İslamcı mantığına göre,Küfür tek millettir.Oysa Risale-i Nur'a göre, küfrbile iki kısma ayrılıyor (Bkz. Ayetel-Kübra Risalesi İtikad-ı Küfriyekonusu). Risale-i Nur gözlüğüyle bakan Avrupa'yı da ABD'yi de diğer ülkeleri de toptancı bakış açısıyla değil, tefrik (ayrıştırıcı) bakışıyla bakarak değerlendirir. Çünkü bizim bakış açımız dindir. Dünya değil. Dünyaya da din için bakarız. Oysa, siyasal İslam anlayışı dine dünya açısından bakar; iktidar, güç ve menfaat çatışmasına açıktır.
Sayın Gür'e göre, Obama seçilmemiştir, atanmıştır. Sayın Gür ABD Başkanlık sistemini benden daha iyi bilir aslında. ABD'yi Türkiye ile karıştırmış olmasın. Yok, ABD politika değiştiriyor da böyle ılımlı birini getirmiş. Velev ki öyle olsun. Benim bakış açım yine değişmeyecektir. Eğer dünyada bir sulhu umumitemin edilecekse ve bunu Obama'nın yapma yeteneği varsa ve konuşmalarından da bunu anlıyorsak bize düşen hüsnü zan olur. Su-i zan kendimize zarardır.
Obama bir siyaset adamıdır. Uygulamacıdır. Din adamı değildir. Obama'dan siyaseten beklediğimiz, din ve inancın, barışı isteyen tüm din sahiplerince yaşanabilir ortamı yani sulhu umumiyi sağlamada başı çekmesidir. Bu yetenek ve potansiyel onda vardır.
TBMM hakkındaki görüşümüz de bellidir. Bediüzzaman 1920 Meclisine gittiğinde çoğunluğu gazi olan vekillerin zafer sarhoşluğundan dolayı namazı terk ettiğini görüyor ve namaz hakkında bir beyanname yayınlıyor. Beyannamenin ana konusu namazdır. Aynı Meclis'te M. Kemal de var. Aynı beyannamede Meclisin Saltanatı da Hilafeti de deruhte edebileceğini belirtiyor. Zamanın şahıs zamanı olmadığını açıklayıp, bu makamların şahıslara verilmesine karşı çıkıp, Meclisin bu yetkileri deruhte etmesini ve meclisin de böyle bir kabiliyete sahip olduğunu söylüyor. Buna layık olmaları gerektiğini ifade ediyor. Bu ifadesiyle onları namaza teşci ediyor. Nitekim bu beyannameden sonra meclisin ekserisi namaza yeniden başlıyor. Sonra olanlar ise malum.
Bu temenni neden hala geçerli olmasın, anlayamadım? O zamanki meclise hükmetmeye çalışan biri maddi diğer manevi iki kuvvet hala mücadele halinde değil midir?
Sözün özü şudur: Tabiata cereyan eden kevnî olaylara iman gözlüğüyle baktığını iddia edenlerin, nasıl oluyor da Dünya ve Türkiye ölçeğindeki sosyal olaylara Allah'ın iradesini ve o iradenin bir dellalı olan Risalelerin hakikatlerini yok sayarak, sadece dünya menfaatleri, sömürülme, maddi çıkar hesapları gibi açılardan baktıklarına şaşıyorum!