Hazreti Aişe'ye (Radiyallahu Anha) dayandırılan bir rivayete göre, ümmette ortaya çıkacak ilk bidat şişmanlık yani obezite illeti olacaktır. Hadislerde ifade edildiği gibi, mümin kişi acıkmadan sofraya oturmaz ve doymadan da sofradan kalkar. Fıtrata göre beslenir. Kıpti milletinin büyüğü Mukavkıs, Hazreti Peygamberin davet mektubuna karşı Marya ile birlikte bir doktor gönderir. Lakin doktor şikayet vakaları olmadığından dolayı Medine’de sıkılır ve bir müddet sonra Peygamberimizden geri dönmek için izin ister. Medine’de hastalık vakalarına rastlanmadığından şikayet eder. Peygamberimiz bunu Müslümanların hayat ve beslenme tarzlarına atfeder.
Peygamberimizin Miraç gecesinde içki yerine sütü tercih etmesi fıtratı tercih olarak değerlendirilmiştir. Demek ki yiyecekler ve içecekler arasında fıtri olan olduğu gibi olmayan da var. Günümüzde de işlenmiş yiyeceklerle işlenmeyenler arasında ve organik olanlarla olmayanlar arasında ayrım yapılmaktadır. Hormonlu ve hormonsuz ayrımı da yapılmaktadır. Bidat asla uygun olmayandır. Bu ibadetler konusunda olduğu gibi fıtrata uygun olmayan yiyecekler konusunda da caridir. Kısaca fıtri hayat tarzı olduğu gibi bidat hayat tarzı da vardır. Beslenme tarzları da bidat ve fıtri olmak üzere ikiye ayrılır. Fıtri olan aynı zamanda sünnete uygun olandır. Beslenme bozuklukları ve fıtrata uygun olmayan beslenme tarzı obezlik dediğimiz arazı doğurmaktadır. Günümüzde sadece insanlar arasında değil hayvanlar arasında da beslenme bozukluğuna rastlanmakta ve hayvanlar ad obezite illetine yakalanmaktadır. ‘Obez kedi diyette öldü’ haberi de şişmanlığın sadece insanları değil hayvanları da tehdit ettiğini göstermektedir. Hürriyet gazetesinde yer alan bir haberde böyle bir vaka aktarılıyor: Santa Fe kentinde yaşayan 87 yaşındaki sahibinin geçen ay “Artık bakamıyorum” diyerek kentin hayvan barınağına terk ettiği 18 kiloluk Meow, “başka bir aile bulabilsin” diye zayıflama programına alındı. 5 kilonun hedeflendiği diyette 1 kilo verebilen Meow’un “Obezite kaynaklı komplikasyonlar” nedeniyle öldüğü kaydedildi ve “Bu olay umarız evcil hayvanlarını aşırı besleyen ailelere ders olur” dendi.
Milliyet gazetesinde yer alan başka bir haberde insani boyut gözler önüne seriliyor: “Obezite paniği ABD’yi sardı!” Ülke çapında aldığı geniş önlemlere rağmen obezite oranı gittikçe artan ABD çaresiz durumda... 2030 yılı itibariyle ABD halkının yüzde 41’inin obez olması bekleniyor. ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi tarafından açıklanan rapora göre halkın yüzde 11’i de şiddetli obeziteden muzdarip olacak. ABD bu yeni haberin etkisiyle sarsılırken saygın haber dergisi Newsweek obezite tedavisini araştırdı. Sorunu ‘Büyüdüğümde 136 kilo olacağım. Yardım edin!” cümlesinin yanında elinde patates kızartması paketi tutan bir bebekle kapağına taşıyan Newsweek, obezitenin ne kadar yediğiniz değil ne yediğinizle ilgili olduğunu savundu. Newsweek dergisi ABD’nin gelmiş geçmiş en büyük ekonomik krizi sırasında, yani 1930’lu yıllarda bile sokaklarda obez çocuklar görüldüğünü aktardı. Alman doktor Hilde Bruch’un bu dönemde yaptığı araştırmalarda açlık sınırında yaşayan mahallelerde bile çocukların tükettikleri gıdalar nedeniyle aşırı kilo aldığını kaydetmişti. Bruch’un yaptığı araştırmalar bugün birçok uzmanın kalori değil ne yendiğinin önemli olduğu yönündeki tezlerin temelini oluşturdu. Newsweek’in konuştuğu uzmanlar obeziteyi vücuda alınan kaloriden çok insülin hormonuna bağlıyor. Tüketilen birçok üründe bulunan işlenmiş şeker ve tahıllar vücutta salgılanan insülin hormonu seviyesini artırıyor. Vücutta yağ depolamadan sorumlu olan insülin arttıkça depolanan yağ oranı da artıyor. Bu da aşırı tüketim sonucunda obeziteye yol açıyor. Nişasta, işlenmiş şeker ve makarna, beyaz ekmek, beyaz pirinç gibi işlenmiş tahılların yol açtığı obeziteye neden olmayanlar ise sağlıklı yağlar, proteinler ve yeşil yapraklı sebzeler olarak biliniyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında işlenmiş tahıl, işlenmiş şeker, patates gibi nişastalı sebzelerden uzak durmak gerekiyor. Bu şekilde beslenilmesi halinde diyabet dışında kalp krizi riski de büyük ölçüde azalıyor.
Bu obez nesil aynı zamanda sosyal açıdan da uyumsuz ve sağlıksız. Obezlikle sosyal sorumsuzluk veya hissizlik arasında elbette bir bağlantı var. İnsanların bütün hem ve gayretlerini mide ve uçkurlarına hasretmeleri eski bir hastalıktır. Roma da bu hastalıkların girdabında boğulmuştur. Kıyamet alametleri geçmişte sadece ilme’l yakin düzeyde olarak bilinirdi. Elbette devresi gelen bazıları ayne’l yakin veya hakke’l yakin düzeyine çıkar ve bu makamda hissedilirdi. İmran ibni Husayn (R.A.) tarikiyle gelen bir hadiste Peygamberimiz hayırlı yüzyılları saydıktan sonra tanıklık eden ama tanıklığı kabul edilmeyen ve güvenilmeyen ve aksine güveni ihlal eden bir kuşağın geleceğini haber veriyor. Ve bu kuşağın alameti ve işareti olarak da şişmanlığa yani obezliğe işaret etmektedir. (Müslim, hadis: 6638) Demek ki obezlik sadece fiziki değil ayın zamanda metafiziki yani manevi bir hastalıktır.
Gerçekten de şişmanlığın egemen olduğu kuşak, güvenilmez bir kuşaktır. Daha doğrusu birbirleri arasında güveni kaybetmiş bir kuşağı temsil ederler. İhanet temel, güven ise istisna olmuştur. Gerçekten de kıyamet alametlerini artık ayne’l-yakin ve hakka’l-yakin düzeyde hissediyoruz. Bundan dolayı insanlık kıyameti hisseder dereceye gelmiştir. Bir başka hadiste de tamamen küresel ısınmaya parmak basılmakta ve temas edilmektedir. Hadiste kıyametin yakınlaşmasının alametlerinden birisi olarak, ‘arzın ve yerin sıcaklığının artması’ sayılmaktadır (min alameti kurbi’s saaati iştedadu harri’l ardi/ Es Sünen el Varide, İmam Ebu Amr Ed Dani, Daru’l Kütüb el İlmiyye, s: 146).
Bütün bu alametlerin birebir yaşanması insanlarda kıyamet sürecini yaşama hissini veya algısını artırıyor. İncilcilerden olan Reagan kendi nesillerinin İsa’nın geri dönüşüne tanıklık edeceğine inanmış ve bunu ifade etmişti. Yapılan bir takım alan araştırmalarına göre insanların bir kısmı hayatlarında kıyamete tanıklık edeceklerine inanmaktadırlar. Bu alametlerin tezahür etmesiyle alakalıdır. Yoksa insanlar bunu laf olsun diye boşuna söylemiyorlar. Yaşadıkları süreci ifade ediyorlar. İnanç problemi olmasına rağmen Slovenyalı yazar Slavoj Žižek bile ahirzamanda yaşadığımıza inananlar arasında bulunmaktadır. 2010 yılında yazdığı Ahir Zamanlarda Yaşarken kitabı bu konuyu işlemektedir.
Bir araştırmaya göre ABD'liler ve Türklerin yüzde 22'si kıyametin kendi ömürleri sırasında kopacağına inanıyor. Ipsos'un Reuters ajansı için 20 ülkede 16 binden fazla kişiyle yaptığı araştırmaya göre insanların yüzde 15'i kendileri ölmeden kıyametin kopacağına inanıyor. Maya Takvimi'ne göre 21 Aralık 2012'de dünyanın sonunun geleceğine ilişkin yaygınlaşan inançtan yola çıkarak yapılan araştırmaya göre insanların yüzde 10'u Mayaların haklı olabileceğine inanıyor. Kıyameti yaşayacaklarını söyleyenlerin en yüksek olduğu ülkeler Türkiye ve ABD'de çıktı. Türkiye ve ABD'de ankete katılanların yüzde 22'si kıyametin "kendi ömürleri sırasında görebilecekleri kadar yakın" olduğuna inanıyor. Kıyamet inancına en uzak olanlar ise yüzde 6'yla Fransızlar. Belçikalıların yüzde 7, İngilizlerin yüzde 8'i kıyameti yakın görüyor
Bu araştırmalar da göstermektedir ki, artık insanlık kıyameti böğründe hissediyor. Kıyamet saatiyle birlikte yaşıyor.