Öfkelenen, öfkesini ya üzüntüsüyle ya da davranışlarıyla açığa vurur. Böyle olunca öfke üzüntünün aktif hali demektir. Öfkelenmeye cesaret edemeyen, öfkenin pasif durumu olan üzüntüyü öfke dalgası geçinceye kadar içinde çeker durur.
Bir enerji kaybı olan öfke geldiğinde insan elbette oldukça rahatsız olur. Ne yapmamız gerekir ki, bütün vücut anatomisini bozan böyle bir yıkıcı dalganın etkisinden kurtulmuş olalım? Çoğunlukla da hiç öfkelenmeyen insanların son derece mutlu bir hayat sürdürdüklerini sanırız.
Elbette hiç öfkelenmemek ayrı bir şey ve öfkeyi denetim altına almak da ayrı bir şey. Öfkelenmemek iki yolla olur; biri beden kimyasallarını kontrol altına almakla öfkenin etkisini kırmak ve diğeri de öfke sahibinin farkındalığında öfkenin etkisinden kurtulmak. Birinci yol, nefsini öldürmeye kalkışanların yolu gibi, öfke enerjisini yok etmek anlamına gelir. Öfke enerjisinin bize sağladığı bir dizi faydalardan mahrum oluruz bu takdirde. Tepkisizlik anlamındaki bu hal, bilimsel bir şekilde öfkeyi doğuran hormonlarda yapılacak müdahalelerle sağlanabilir. O zaman insan asla öfkelenmez. Oysa öfke bir savunma refleksi olarak insana son derece gereken bir duygu. Böyle bir yanımızın yok olmasını kimse istemez ve istememeli.
Diğer yol ise tamamen insan iradesinin elinde, bir gayretin sonunda bütün değerlerimizle elde edilen bir sonuç. Yani öfkemizin farkındayız ve onu denetimimiz altında bulunduruyoruz. Başka işlerde ve gerektiğinde de kullanacağımız bizde büyük bir enerjidir. Mukaddesatımıza, namusumuza saldıranlara karşı bu enerjiyi kullanmak elbette gereklidir ve aynı zamanda bu tür davranış bir erdemdir. Böyle bir enerjinin sıfır noktada olduğunu düşünelim; bu durumda ucunda bir milletin kurtuluşu olan büyük kahramanlıkları kim yapacak, her şeyimiz olan özgür değerlerimizi kim savunacak?
Her hayvan öfkelenir; ama ondaki öfke anlıktır. Bir hayvan asla öfkeden nasıl faydalanacağını bilemez. İşte bizi hayvandan ayıran bir özellik de var olan öfkemizi gemlemek ya da yönlendirebilmektir. Hayvan öfkesinin tutsağıdır. Öfkelendirildiğinde öfkelenir, öfke objesine ulaştığında ise yakalar, kırar ve parçalar. Yalnız insan gibi öfkesini depolayarak bir büyük felakete de hazırlanmaz. İnsan öfkesiyle toplu yıkıma geçen tek yaratık İnsandaki öfke sınırsız Genel savaşların, biriken öfkenin bir sonucu olduğunu söylesek yanlış olmaz. Bazen öfkeyi bastırmak da işe yaramıyor.
Kuranda Öfkelerini yutanlar (Al-i İmran:1349). için yer ve gökyüzü genişliğinde bir cennetin hazırlandığı ifade edilmektedir. Burada yutan anlamında kullanılan kezimin bir anlamı da su dolu kırbanın ağzını bağlamaktır. Yani öfkeyi denetim altına alarak zararından başkalarını korumaktır. Öfke kendi haline bırakıldığında önce sahibini yutar sonra başkalarını. Öfke denetimini elinde bulunduran, öfkelendiğinin farkındadır; onu sadece izlemektedir ve belki de bu duygunun kudurmuşluğuna gülümsemektedir. Bastırma yönüne de asla gitmemektedir. Bir anlamda ona sahip çıkmaktadır. Deyim yerindeyse, her an öteye beriye saldırabilecek bir köpeği bağlı tutmak gibi onu kontrol altına almaktadır. Öfkesini yenen kimsenin kusurunu Allah örter hadisi, öfke sebebiyle muhtemel yıkımların önünün alındığına da işaret eder.
Öfkeyi bastırmak ne demektir? Öfkeyi bastırmak, onu yok saymak, yok olmasına çalışmaktır. Oysa ne kadar yok sayarsak sayalım, o bizdedir, içimizdedir, içimizin bir yerinde her an fırsat beklemektedir. Çünkü bizim denetimimizin dışındadır. İşte bu öfke beklenmeyen çok şeyleri yapar, büyük bir felaketin kapısını çalar; o zaman da iş işten geçer. Öfke bir zehirdir aslında. Bastırdığımızda zehir içte kalarak daha tehlikeli boyut kazanır. Öfkeyi yok sayarak bastırmak, zamanı geldiğinde patlayacak bomba haline çevirmektir.
Bu nedenle bazen öfkelenen, yani gerektiğinde öfkelenen daha güvenli Çünkü ne zaman öfkelenip öfkelenmeyeceğini bilir, kendini ona göre hazırlar. Ama çok az öfkelenen, hele öfkesizliği bir bastırmadan kaynaklanıyorsa, öfkelendiğinde ne yapacağını kendisi bile bilemez. Tamamen denetim öfkenin eline geçer. Böyle biri nerdeyse delirme noktasına gelir. Yumuşak atın çiftesi pektir atasözü de bunu ifade eder. Hiç öfkelenmeyen öfkelendiğinde ölüm saçar.
Bu demek oluyor ki, öfke bizim, bizim duygumuz. Ona sahip çıkma yollarını öğrenmemiz gerekir. Bunun tek yolu var; öfkemizin farkında olmakla onu denetim altına almaktır. Onu yok sayarak ya da kimyasal müdahalelerle yok etmekle tutacağımız yol bizi öfkenin olumsuzluklarından kurtaramaz. İnsanın nefis gücü de bir enerjidir aslında. Onu öldürmekle enerji depomuzu yok etmek demektir. Ama onu denetim, kontrol altına almakla, yani onu bir eğitime tabi tutmakla, yani tevhidî yolda ona yön vermekle olumlu çok işlerde kullanabiliriz. Gerçekleri, var olan şeyleri görmezden gelemeyiz.
Genelde duygularımız dışarıdan yönetilir. Denetimimiz altında olmayan duygularımız dış faktörlerin güdümündedir. Dışarıdan bize biri yan gözle bakmıştır ve biz öfkelenmişiz. Bu ne demektir? O dışarıdakinin tutsağıyız demek değil mi? Bir uzaktan kumanda gibi bizi istedikleri zaman kızdırabilirler demek değil mi? Yani bizim öfkemiz onların, dışarıdakilerin elinde. İçimizde olan bize özel duygumuzun birilerinin güdümünde olması çok düşündürücü olmalı değil mi? Deyim yerindeyse biz kukla mıyız?
Dikkat edilirse, öfkelenip yok yere ortalığı kırıp döktüğümüzde bu soruların muhatabı oluruz. O halde öfke bizim, ona sahip çıkmaya bakalım, ondan yararlanmaya çalışalım. Değişik alışkanlıklarımız engel olsa da, hiç olmazsa bu duygular içinde, öfkemizi gemlemede ve denetime almada biraz düşünelim. Aksi takdirde özgürlüğümüz de elimizden uçar gider.
Bu bağlamda, Öfkelenmek o kadar aptalca bir şeydir ki, zeki insanoğlunun bunu yapmaya devam etmesi akla sığmıyor diyen Buda ne kadar haklıdır!