Semineri, İlahiyat Fakültesi, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümü öğrencisi Veysel Güden sundu. Güden “İnsaniyet” konusunu; “İnsaniyeti Oluşturan Temel Unsurlar”, “İslamiyet ve İnsaniyet” ve “İnsaniyetin Devreleri” başlıkları alında inceledi.
1. İNSANİYETİ OLUŞTURAN TEMEL UNSURLAR
Öncelikle söylemek gerekir ki insanlığı oluşturan birçok unsur bulunmaktadır. Bunların hepsine değinmek epey zor olduğu için kendimce en önemli olan, insanlığın kökünde rol oynayan, insaniyetin ağaç olup meyve vermesinde tohum görevini üstlenen, her bireyin duygu, düşünce ve hareketlerini şekillendiren; kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye unsurlarına değinmek istiyorum. Öncelikle bilmemiz gerekir ki bu üç unsur Cenab-ı Allah (cc) tarafından her bir bireye derç edilmiştir çünkü bir insanın hayatını sürdürebilmesi, sosyal hayata adım atabilmesi için bu üç unsuru kullanması gerekmektedir. Asıl önemli olan ise bu unsurları yerli yerinde, ölçülü bir şekilde kullanılmasıdır. Nasıl ki bir ilaç az veya çok alındığı zaman yan etki yapar aynen böyle de bu üç unsur da aşırı veya az kullanıldığında yan etki yapıp insan ve insanlık namına hoş olmayan durumlar ortaya çıkmıştır.
Bize verilen bu unsurlardan kuvve-i şeheviye: menfaatleri celb ve cezb için verilmiş. Kuvve-i gazabiye: zararlı şeyleri def’ için verilmiş. Kuvve-i akliye ise yarar ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden ayırabilmek için Cenab-ı Allah tarafından bize bahşedilmiştir. Lakin Üstad Bediüzzaman der ki: insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir hadd ve bir nihayet edilmiş ise, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan bu kuvvetlerin her birisi tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar.
Mesela: kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helale ve ne harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki; namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur.
Kuvve-i gazabiyenin tefrit mertebesi cenabettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehavvürdür ki, ne maddi ne manevi hiçbir şeyden korkmaz.
Vasat mertebesi ise şecaattır ki; hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru’ olmayan şeylere karışmaz.
Kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki; hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki;hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki; hakkı hak bilir imtisal eder, batılı batıl bilir içtinab eder.
Tefrit ve ifrat mertebelerinden anlaşılacağı üzere insaniyeti oluşturan bu kuvveler yerli yerinde kullanılmazsa toplum yaşanılmaz bir hal alacaktır.
Bana göre bu unsurlara, kuvvelere yön vermeye çalışan iki makam vardır. Birincisi şeytanın vesveselerinden kaynağını almış olup sinsice bir yolu takip ederek insaniyeti karanlığa itmeye çalışan dinsiz felsefedir. Bu yolu takip edenler, insanlara daima kötülüğü, olumsuz şeyleri telkin edip insanları yanlış yola saptırmışlardır. İkinci makam ise vahiy kaynaklı olan nübüvvet makamıdır yani peygamberlerdir. Nübüvvet makamı ise insanlara her daim iyiliği teşvik etmekte, kötülüklerden alıkoymakta, az önce saydığım kuvvelerimizin vasat mertebesini kullanmamızı söylemektedir. Evet tarih gösteriyor ki insanlar ne zaman ki bu üç kuvvesini yerli yerinde kullanmadıysa insaniyet kapkaranlık devirler, çağlar yaşamıştır.
2. İSLAMİYET VE İNSANİYET
Son din olarak insaniyete gönderilen ve Cenab-ı Allah katında tek makbul din olan İslamiyettir. nasıl ki nasıl bir öğrencinin eğitim-öğretimde önce ilkokul sonra ortaokul sonra lise ve en son üniversite gibi aşamaları veya terakkisi varsa aynen böyle de insaniyet de zamanla terakki etmiş ve İslamiyet ile son doruk noktasına yani kemale ermiştir.
Normalde insan cismen küçük ve az yer kaplarken yani cüzi bir varlıkken, bütün güzelliklerin, iyiliklerin menbaı, kaynağı olan iman ve İslamiyet ile manen külli, büyük bir değere ulaşmıştır. İslamiyet, öyle külli bir dindir ki; sosyal hayatta en adi, sıradan bir işten tut ta en büyük bir işe kadar nasıl davranmamız gerektiğini bize gösterir. Böylece insanlar İslamiyet dairesinde hareket ettiği için insaniyetten uzaklaşmalarına engel olmuştur.
Üstad Bediüzzaman, İslamiyet için insaniyet-i kübra tabirini kullanmıştır. Peki Üstad niçin insaniyet-i kübra tabirini kullanmıştır? Bu soruyu ilk önce kendime sordum ve kendimce Risale-i Nurdan birkaç cevap buldum: Cenab-ı Allah insana ilk önce vücudu vermiş, iştihalı bir mide vermiş iştihalı mide de rızık ister Allah ta Rezzak ismiyle rızkını veriyor. Sonra hayatı veriyor hayat da mide gibi rızık ister, hayatın rızkı da görmek, duymak vs. duygulardır. Sonra insaniyeti vermiştir o dahi rızık ister, insaniyete de maddi-manevi bir rızık sofrası vermiş sonra insaniyet-i kübra olan İslamiyeti ve imanı vermiştir onun rızkı da Allah’ın Esmasının insaniyet üzerinde tecelli etmesidir. Sonra da muhabbeti vermiş onun da rızkı da sonsuz bir mutluluk ve güzelliktir. Şu konu Risale-i Nur’da şöyle özetlenmektedir. Zira hayatı sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nurani bir külliyete ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.
İnsaniyet-i suğra ise günümüz medeniyetinin bir kısım güzellikleridir. Baktığımız zaman bu güzelliklerini İslamiyet’ten almıştır. Çünkü batı medeniyetinin karanlık devir düşünceleri, evham ve hayallere dayalıydı. İslamiyet ise meseleleri geçiştirmek değil akletmek, anlamak noktasından hareket etmiş ve bunu insanlığa öğretmiştir. Avrupa medeniyetinin düşünceleri dahi İslamiyet’in bir kısım güzelliklerini alarak yükselip işlevsel hale gelmiştir. Avrupa medeniyetinin İslamiyetin bu bir kısım güzelliklerini alıp bu hale gelmesi gösteriyor ki eğer biz İslamiyeti tam yaşarsak iki cihan saadetini yaşatacak muhteşem bir medeniyet ortaya çıkacaktır inşallah.
3. İNSANİYETİN YAŞAM DEVRELERİ
Bu başlıkta, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin insanlığın temel beş devreye ayrılması yoluyla bize daha esaslı inceleme imkanı sunduğu söylendi.
Devreler şunlar:
- Vahşet ve Bedevilik Devri
- Memlukiyet Devri
- Esaret Devri
- Ecirlik Devri
- Malikiyet ve serbestiyet devri
Risale-i Nur’dan ilgili kısım dinleyicilere sunularak seminer sonlandırıldı.
“Vahşet devri dinlerle, hükûmetlerle tebdil edilmiş, nim-medeniyet devri açılmış. Fakat, nev-i beşerin zekîleri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihaz edip hayvan derecesine indirmişler. Sonra bu memlûklar dahi bir intibâha düşüp gayrete gelerek o devri esir devrine çevirmişler; yani, memlûkiyetten kurtulup fakat el-hükmü li'l-ğâlib olan zâlim düsturuyla yine insanların kavîleri zayıflarına esir muâmelesi yapmışlar. Sonra, İhtilâl-i Kebîr gibi çok inkılâplarla, o devir de ecîr devrine inkılâp etmiş. Yani, zenginler olan havas tabakası, avâmı ve fukarayı ücret mukabilinde hizmetkâr ittihaz etmesi, yani sermaye sahipleri ehl-i sa'yi ve ameleyi küçük bir ücrete mukabil (karşılık)istihdam etmeleridir.
Bu devirde sûistimâller o dereceye vardı ki, bir sermayedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir biçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte'l-arz madenlerde çalışıp, kut-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hal, müthiş bir kin, bir iğbira verdi ki, avâm tabakası havâssa ilân-ı isyan etti. Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya'yı zîr ü zeber edip geçen Harb-i Umûmiden istifade ederek, her yerde kök saldılar. Şu bolşevizmin perdesi altındaki kıyâm-ı avâm , havâssa karşı bir kin ve bir tezyif fikrini verdiğinden, büyüklere ve havâssa âit medâr-ı şeref herşeyi kırmak için bir cesaret vermiş.”