O'dur, sevgiden sır, sırdan efsun dokuyan,
Dünden bu güne, ruhlara nefes üfleyen,
Hayalden duygu, duygudan ateş tutuşturan,
Tefekkür ikliminde dört nala at koşturan.
O'dur, eşyaya anlam, notaya nağme koyan,
Gönülleri aşk, vicdanları irfanla süsleyen,
Taşları yontan, kaskatı kalpleri yumuşatan,
Akşam rüyalarda, sabah gönüllerde kahraman.
Mesih'ten hediyedir O'ndaki eller,
Dokundukça, hayat bulur cansız bedenler.
Sedeflere bürünür, bin bir hünerle işlediği inciler
Hayat burcunda rehberi, şefkat ufkunda piri Nebiler…
XXX
En Sevilen Öğretmen (ASM)
Eğitim aşk, şevk, sabır ve gönül işidir; büyük hüner ve maharet ister. İyi eğitimci, gönüllere girmeyi bilir. Gönlüne giremediğimiz çocuğun kafasını aydınlatamayız. Gönüllere hükmedemeyen, beyinlere hükmedemez. Eğitim, gönül kazanma ve gönüllere taht kurma mesleğidir.
Bütün devirlerin en çok sevilen, en etkili ve en başarılı eğitimcisi, İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed’dir (a.s.m.).
“Suffe Okulu” adı verilen bir okul açtı. Okumaya, öğrenmeye ve ilme çok önem verdi. O sadece çocukların değil, büyüklerin de öğretmeniydi. Sadece küçüklere değil, büyüklere de İslam’ın güzelliklerini, hakkı ve hakikati anlattı. İslam hakikatini bütün insanlığa ders verdi.
Suffa Okulu yatılı idi. Dersler camide yapılıyordu. Okuldaki öğrenci sayısı 70 ile 400 arasında değişti. Peygamberimiz (s.a.v.) kendisine getirilen hediye, zekat ve sadakaları onlara aktardı.
Başlangıçta buradaki sahabîlere kendisi öğretmenlik yaptı. Daha sonra yetiştirdiği öğrencilerden öğretmenler atadı.
Ubade İbn Samit, öğrencilere Kur’an ve yazı yazmayı öğretti.
Abdullah İbn Said İbni’l-As, güzel yazı dersi verdi.
Muallim Mirdas, çocuklara öğretmenlik yaptı.
Cübeyr İbn Hayatissekafi, kitap okumayı öğretti.
Aziz Nebi (s.a.v.) hem gönüllere hem beyinlere hükmetti. Kalplerin sevgilisi, akılların öğretmeni, nefislerin terbiyecisi oldu.
Okuma yazma bilmeyen ve okulu, gazetesi, kitabı, televizyonu olmayan, öğrenme kültürü bulunmayan bir topluma öğretmenlik yaptı.
Çok zor şartlarda çalıştı.
Literatüründe “eğitim” olmayan bir toplumu eğitti.
Kaba, ilkel, vahşî ve en kötü âdetlere sahip bir milleti 23 sene gibi kısa bir sürede dünyanın en kibar, en nazik, en medenî, en adaletli milletine dönüştürdü; onları dünyanın başına sultan yaptı. İçlerinden âlimler, hükümdarlar, sanatkarlar, kahramanlar çıkardı.
Öylesine etkili hakikatleri anlattı ki onu öldürmeye gelenler onda dirildi. Onu öldürmek için kılıç kuşanan ve yola koyulan Hz. Ömer (r.a.), onun getirdiği Kur’an hakikatlerini ders aldıktan sonra birdenbire değişti. Kanlı kinli Ömer gitti, yerine kalbi Allah aşkı, Peygamber aşkı, hakikat aşkıyla dolu, merhamet abidesi bir Ömer geldi. Bu değişim sayesinde Ömer (r.a.), dünyanın en adaletli halifesi ve hükümdarı oldu.
Muhteşem şair Mehmet Akif Ersoy, onun adalet anlayışını ve sorumluluk duygusunu anlatırken şöyle der:
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa bir koyunu;
Gelir de adl-i İlahî Ömer’den sorar onu!”
İslam’dan önce peygamber öldürmeye azmedecek kadar katı kalpli olan Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonra memleketinde kurdun kaptığı koyundan kendisini sorumlu tutacak kadar yumuşak kalpli, merhametli ve adaletli hâle geldi.
Onun (a.s.m.) getirdiği ölmez hakikatler, en katı kalpli insanları en merhametli insanlar hâline getirdi. O, mükemmel bir eğiticiydi. Ashabını en iyi şekilde terbiye etti ve yetiştirdi.
Sırf Hz. Ömer’de meydana gelen değişiklik sebebiyle ona “dünyanın en başarılı ve en güzel eğitimcisi” dense yeridir.
“Zira sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimden, büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kaldırabilir. Hâlbuki bak, bu zat, büyük ve çok âdeti, hem inatçı, mutaassıp büyük kavimlerden, görünüşte küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda kaldırıp yerlerine öyle yüksek seciyeleri, kan ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak yerleştiriyor ve tespit ediyor. Bunun gibi daha pek çok harika icraatı yapıyor.”3
Hâlbuki Peygamberimiz (s.a.v.), puta tapma, intikam, faiz, zina, içki gibi pek çok âdeti, görünüşte küçük bir kuvvetle, kısa bir sürede kaldırmış ve yerlerine en güzel âdetleri, hem de o vahşî insanların damarlarına yerleştirircesine, yüreklerine kazımıştır.
Bu inkılâbın tarihte benzeri yoktur.
Arapların tarihi incelenirse İslam gelmeden önce dünya çapında hiçbir başarıya imza atmadıkları görülür. Kabileler hâlinde yaşarlardı, kabileler arasında kavga ve savaşlar hiç eksik olmazdı. Birbirlerine düşman kabileleri ve yağmacılığı ile meşhur bir millet idiler; kadın ve kızları insan yerine koymaz, hatta kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. İslamiyet’le şereflendikten sonra birden değiştiler ve şu hasletlere sahip oldular:
1. Birbirleriyle kardeş oldular.
2. Güzel ahlak sahibi oldular. Kumar, içki, adam öldürme, faiz, zina, fesat çıkarma, haksız yere kan dökme gibi yüzlerce kötülüğü terk ettiler.
3. Kur’an’ın getirdiği yardımlaşmayı, bağışlamayı, zekat ve sadaka vermeyi, hak sahibine hakkını vermeyi, zayıfları ve mazlumları korumayı benimsediler.
4. Allah rızasını hedef edindiler. Hayırda ve takvada yarıştılar.
5. İlim, sanat, marifet ve medeniyette ileri gittiler.
Bunların neticesi olarak kısa sürede yeryüzünün en efendi, en adaletli, en dayanışmacı toplumu oldular. Bütün dünyaya hükmeden muhteşem devletler kurdular. Hem de uzun asırlar yaşayan ve dünyaya medeniyet öğreten devletler kurdular. İspanya’da kurulan Endülüs Emevî Devleti 800 sene yaşadı ve bütün dünyaya ilim, hikmet, sanat, medeniyet ve insanlığı öğretti.
Asr-ı Saadet, muhteşem bir inkılap gördü. Aziz Nebi’nin (s.a.v.) getirdiği hakikatler o çağı öylesine değiştirdi ki cehalet devri kapandı, bütün vahşîlikler sona erdi, haksızlıklar bitti. Bunların yerini “saadet devri” aldı.
İnsanları değiştirdi. Katı kalpler yumuşadı, kinin yerini sevgi aldı, düşmanlıklar kardeşliğe dönüştü. (Sorularla İslamiyet)