Mehmet Abidin Kartal’ın yazısı
Öğretmen, eski ismiyle muallim, bize bilmediğimizi öğreten, bilmenin yollarını gösterendir. Muallim, talim ettirendir ve talim, insanın bir meseleyi yani bilgiyi yaşayarak öğrenmesi anlamına gelir. Öğretmen, ustadır, kılavuzdur, doğru yolu gösterendir. Çırak için usta, derviş için mürşit kim ise, öğrenci için de öğretmen odur. Öğrencilerin kendilerine model olarak öğretmenlerini alması bundandır. Okul hayatını düşündüğümüzde bizi derinden etkilemiş, davranışlarıyla hafızamızda iz bırakmış öğretmenler olduğunu hemen hatırlarız. Hele ilkokulda öğretmen çocuğun gözünde örnek alınacak üstün şahsiyettir. Onun söyledikleri doğru, yaptıkları önemlidir. O, anne ve babadan da önde gelir. Her şeyi bilendir, yanılmayandır. Çocuk artık anne ve babasına değil, öğretmeninin söylediğine inanır. “Öğretmenin böyle dedi” diyerek anne ve babasına karşı çıkar.
Bu sebeple çocuklara bilgi vermenin, dersi sevdirip, okuma, çalışma alışkanlığı kazandırmanın yanı sıra, çocuğun tutum ve alışkanlıkları, ilgi ve eğilimleri, değer yargıları, kısaca kişilik özellikleri kazanmasında öğretmenin rolü büyüktür.
Öğretmen sadece bilgi aktaran, beceri kazandıran değil, aynı zamanda fazilet öğreten, güzel ahlaka örnek olan kimsedir. Hatta onun fazilet yönü daha ağır basar. Bu açıdan öğretmenlik mesleğine, öğrenciye objektif bilgi ve öğretim metotları kadar, ondan önce insani değerleri kazandırma mesleğidir diyebiliriz.
Eğitim ve öğretimde başarının en önemli unsuru, eğitim sanatının mimarı öğretmendir. Klasik bir ifade ile hamur yoğrulan teknenin başında hep o vardır. Ustanın mahareti sanatına yansıyacağından eğitim ve öğretimde ustabaşı hükmünde olan öğretmenleri çağın ihtiyacına göre milli ve manevi değerlerle yetiştirmeden bu alanda girişilecek tüm çabalar başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Öğretim programları, metot ve teknikler, araç ve gereçler öğretimi geliştirmek için önemli olmakla birlikte, öğretmen canlı kişiliğiyle eyleme konulmadıkça bu alanda yapılan çalışmalar az, ya da hiçbir olumlu etki göstermeden sonuçlanacaktır.
Öğrenme ve öğretmede, medeniyetlerin ilerlemesi ve yükselmesinin en önemli aktörleri hep öğretmenler olmuştur. Öğretmen, insan yetiştiren bir sanatkardır. Bu sanatın adı, eğitim, davranışları değiştirme sanatı. Kişide olumlu, faydalı davranışların yerleşmesi, olumsuz davranışların sonlandırılması amacıyla sürdürülen sistematik bir program, insanı insan yapan bir süreçtir. İnsanın insan olabilmesi, onun beşikten mezara kadar bir eğitim sürecinden geçmesini zorunlu kılar. Bu sürecin en önemli öğesi öğretmendir. Öğretmen, kendisine emanet edilen çocukların “insan” olarak yetişebilmeleri için onları maddi ve manevi açıdan sevgiyle şekillendirir. Bu, öğretmenlerin, birer sanatkâr olduklarının bir göstergesidir. Öğretmen, yaratılanların en şereflisi olan insanı yetiştiren, gelişimine katkı sağlayan ve terbiye eden sanatkardır.
Hayatımızın her alanında bizlere, insanlığa örnek olan Sevgili Peygamberimiz (sav), aynı zamanda beşeriyetin öğretmenidir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle beyan edilir: “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip size bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.”(Bakara-151)
Öğretmenlerimizin önlerinde çok muazzam bir model vardır. En güzel, en mükemmel öğretmen Hz. Muhammed Mustafa (sav)’dır. Kendisinin bir muallim olduğunu Sevgili Peygamberimiz (sav) şu sözü ile ifade eder: “Ben ancak öğretici olarak gönderildim.”
Konumumuz ne olursa olsun hepimiz birer eğitimciyiz, öğretmeniz aslında. Hepimiz ya öğretici ya da öğrenci konumundayız. Bizleri bu anlamda daima dinamik tutan “Yaradan Rabbinin adıyla oku” ve “Sakın cahillerden olma” gibi ayeti kerimeler ile, en güzel öğretmen, Peygamberimiz’in (sav)“İlim öğrenmek, kadın-erkek her Müslüman’a farzdır” ve “Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen ya da bunları seven ol. Beşincisi olan cahillerden olma, helak olursun” gibi hadisi şeriflerdir.
Girdiği mescitte biri Kur’ân okuyup Allah’a dua eden, diğeri ilim öğrenen ve öğreten iki ayrı topluluk görünce her iki grubun da hayır üzere olduğunu, ama birinin diğerinden daha üstün bir iş yaptığını buyuruyor ve ilave ediyor Sevgili Peygamberimiz (sav): “Şunlar, Allah’a dua ediyorlar, O’na yöneliyorlar. Allah dilerse istediklerini onlara lütfeder. Fakat şu ikinci topluluğa gelince; onlar ilim öğreniyorlar ve bilmeyene o konuda bilgi veriyorlar. Ben de zaten bir öğretmen olarak gönderildim.” Ardından gönderiliş amacını iyice açıklamak ister gibi ilimle meşgul olan halkaya katılıyor Efendimiz.( İbn Mace, I/83, el-Mukaddime, Babu Fadli’l-Ulemâi ve’l-hassi alâ talebi’l-ilim.)
Ne diyor, Hazreti Ali Efendimiz, “bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” Ama o harf mana-yı ismi ile değil, mana-yı harfi ile olursa… Yani bize a’yı, b’yi öğretenler, a’nın bir harf olduğunu, bir harfin kendisini ancak bir harf kadar gösterebileceğini ders verdikten sonra, eğer o harfi yazan yani ortaya koyan yazarından, sanatkârından söz etmezlerse olmaz. İşte ideal öğretmen, aranan öğretmen kainata, olaylara mana-yı harfi ile bakan, mesleğinin hakkını veren öğretmendir.
Mana-yı harfi: Mahlukata ve bütün kainata Allah hesabına ve Allah’ın sanatı ve eseri nazarı ile bakmaktır. Yani kendi başına bir mana ifade etmez; ancak başkasına işaret ederse anlam kazanır manasınadır. Bir elmada kendi nefsine bakan bir yön varsa, Mucidi ve Sanatkarı olan Allah’a bakan yüzlerce yönü vardır. İşte burada sanatkara ve mucide bakan yüzlerce yöne mana-yı harfi denilmiştir.
Çiçeği çiçek olarak değil, Allah’ın çiçeği olarak anlattıkları için… Harfi harf olarak değil, o harfi yazandan bahsettikleri için… Tabiatı, bitkileri, hayvanları, ağaçları, fiziği, kimyayı, edebiyatı, coğrafyayı, tarihi, ne varsa, her şeyi ama her şeyi Allah’ın (c.c.) yarattığını bilerek, hissederek ders veren öğretmenlere ihtiyacımız var.
Eğitimde mana-yı harfi anlayışını öğretmenler nasıl anlatacak?
“Vicdanın ziyası, ulum-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder.” Yani, demek ki, medeniyetin ürettiği fen ve teknolojinin aydınlatacağı merkez akıldır. Din ilimlerinin, manevi ilimlerin aydınlatacağı yer ise vicdandır. Dolayısıyla bu iki kanat birbiriyle çarpışan, çatışan değil, kaynaşan, bütünleşen bir sistemdir.
Bu iki yönlü insanı tek yönlü olarak eğitirsek ne olur?
Sadece aklını aydınlatacak olan fen ilimlerini verirsek veya sadece kalbini, vicdanını aydınlatacak olan din ilimleri ile eğitirsek o zaman ne olur?
Böyle bir durumda, yani din ile fen ilimleri ayrıldığı vakit, birinden taassup, diğerinden ise hile ve şüphe ortaya çıkar… Sadece fen ilimleri verilmesi halinde hile ve şüpheci bir anlayış, her şeye şüphe ile bakan, kimseye güvenmeyen, hileci ve her şeyi inkar eden mutsuz bir anlayışa sahip insan modeli ortaya çıkar. Kısacası her iki tarafta da yarı aydın insanlar oluşmuş olur. Sonuç, eğitim görmüş doktor, avukat, mühendis olmuş ama aynı zamanda terörist olmuş insanlarla karşılaşırız. Sahte inkar tohumları eken öğretmenler ve öğretiler yüzünden kan gölüne dönen ve anlamsız yaşayan dünyanın ve insanların imdadına, aklı ve vicdanı eğitecek, necisin, nereden gelip nereye gidiyorsun sorularına cevap verecek öğretmenler aranıyor.
Bediüzzaman diyor ki: “Ben bu zamanda dindar bir muallime eski zamanın velileri nazarıyla bakıyorum. Bir muallim çocuğa ne verirse, ne anlatırsa, çocuk onu mıknatıs gibi çeker. Menfi ise menfi, müspet ise müspet alır. Akşamleyin annesine, babasına hocasından dinlediklerini tekrarlar. Menfi ise menfi, müspet ise müspet. Ben bu zamanda mümkün olsa her muallime 10 altın verip ‘Kardeşim benim çocuğumu iyi yetiştir; Allah’ını, Peygamberini tanıttır’ diyeceğim.”
Yanına gelen muallimlere, “Bu zamanda terbiye ana babadan alınmış, muallimlere verilmiş. Muallimliğin ortası yoktur. Ya minare başındadır veya kuyu dibindedir. Ya esfel-i safilinde veya ala-yı iliyyindedir.” dermiş.
Okullarımızda önce aklın ve vicdanın eğitilmesi lazımdır. Eğitimde hedef insanın yetiştirilmesidir. Çünkü ekonomik ve sosyal faaliyetleri idare eden istikamet veren insandır. Verimliliğin arttırılması ve kalkınmanın gerçekleşmesinde çare ferttir. Ferdin eğitimi ve vasıflı hale getirilmesinde öğretmenlerin rolü inkar edilemez. Aklı ve vicdanı eğitecek öğretmenlere ihtiyaç var. Akıl ve vicdan eğitilmediği için üniversiteleri bitiren insanlar, doktor, avukat vs. oluyorlar ama terörist de oluyorlar. Bundan dolayı, Bediüzzaman, eğitim politikasının bazı esaslara dayanması gerektiğine işaret etmektedir.
“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı, sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.” (Divan-ı Harbi Örfi)
Çözüm, insanları ala-yı iliyine çıkaracak öğretmenlere ihtiyaç var. Bunun için okul müfredatlarından, öğretmenlerin yetişmesine kadar köklü ve kalıcı reformların yapılması gerekiyor. Sağlıklı kişiliğe sahip, hayatın bütün alanlarında yetkinliğe ulaşmış insan potansiyelini elde etmek için bu elzemdir.
Öğrencilerine güzel bir gelecek hazırlama adına her türlü fedakârlığa katlanan, onların akıl ve vicdanını eğitecek, onların kalplerine sevgi ve şefkati ekecek öğretmenler aranıyor… Bilgi satan değil, minik yüreklere sevgi tohumu ekebilen; tebessümle onların en saf ve en taze duygularına tercüman olabilen ve lisanı hal ile onları geleceğe hazırlayacak şefkat kahramanı öğretmenler aranıyor…
24 Kasım Öğretmenler günü vesilesiyle ebedi aleme göç etmiş olan 1. sınıf öğretmenim Sabit Şerifoğlu’nu rahmetle anıyorum. İlkokul 2. sınıftan 5. sınıfa kadar Hatay- Yayladağı- Yavuz Selim İlkokulunda öğretmenim olan Şerafettin Dertsiz’e sağlıklı, huzurlu bir hayat dilerken, en içten hürmetlerimi takdim ederim. Orta, Lise, Üniversite, Akademik hayatım boyunca öğretmenim olanlara saygılarımı ve hürmetlerimi sunuyorum…