‘Öğretmenlerde ortası yok’

Ayşenur KAHVECİ

Bediüzzaman Hazretlerinin masum çocuklara ne kadar ehemmiyet verdiğini biliriz. Öyle ki; Risale-i Nur’da (Tarihçe-i Hayat) henüz altı yaşında olan Suriyeli Hüseyin Abdülhadi namındaki bir çocuğun mektubuna dahi yer vermiştir. (Hüseyin Abdulhadi Ağabey halen Cidde’de ikamet ediyor.) Birçoğundan da isimleri ve yaşları zikredilerek bahsedilmiştir.

 

Üstad Hazretleri yolda giderken durur ve çocuklara ilgi, alaka gösterirdi. Onlarla cereyan eden bazı hatıraları da bu yöndedir. Mesela; bir bahar günü birkaç talebesi ile beraber kıra giderken yol üzerinde bir kaplumbağa görür ve kaplumbağanın az gerisinde de çocuklar vardır. Onların yanında durur, sevgiyle  bakar ve:

"Siz mübareksiniz, masumsunuz, bana dua edin. Bu kaplumbağaya da dokunmayın. Çünkü o da mübarektir" der ve yoluna devam eder fakat birkaç dakika sonra  tekrar durur. Yanındaki talebelerinden birisini çocukların yanına göndererek kaplumbağayı çocukların elinden kurtarmasını söyler. Talebesi oraya varınca, çocukların sopalarla kaplumbağayı rahatsız ettiklerini görür ve ellerinden alarak kaplumbağayı kurtarır.

 

Bir de “Hoca dede, hoca dede!”  diye peşinden koşan çocukları biliriz. Emirdağ’da Üstad Hazretleri faytonu ile gezerken çocuklar peşinden “Hoca dede!” nidaları ile koşar ve Üstad’ı karşılarlardı. Üstad arabasını durdurur : “Çocuklar bana dua edin.”derdi.

Üstad’ın çocuklara ne kadar önem verdiğini merhum Bayram Yüksel Ağabey şöyle anlatır:

“Masum çocuklara çok ehemmiyet veriyordu. Bir şeyh gelse, bir milletvekili gelse, masum çocuklar kadar alakadar olmuyordu.“İnşallah bunlar genç Saidler” diyordu.”

 

Üstad Bediüzzaman çocukların fıtraten nur talebeleri olduklarını söyler ve nesl-i atiyi teşkil edecekleri cihetiyle çocukluk yıllarının onların eğitimleri için ne kadar muazzam bir ehemmiyete haiz olduğunu şöyle ifade etmiştir:

“Risale-i Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta, masum çocuklardır. Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imani alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslamiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslamiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevi fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur: "Neden imanımı terbiye-i İslamiye ile kurtarmadınız?"İşte bu hakikate binaen, en bahtiyar çocuklar onlardır ki, Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a maline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve ahirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlat olurlar.”

 

“Gayr-ı müslim birisinin İslamiyeti kabul etmesi kadar zor oluyor” tespiti ile anne-babaları ikaz etmiş ve aksi haldeki zuhur edecek sıkıntılı  halatın altını çizmiştir.

 

Üstad, çocuğun terbiyesi hususunda önce ebeveynlere ihtarda bulunsa da, günümüzdeki  gibi,  çocukların üzerinde öğretmenlerin anne ve babadan daha etkili olduğunu da görmüş ve yanına gelen gençleri öğretmen olmaları yönünde teşvik etmiştir. Bayram Yüksel Ağabey bu hususda da Üstad’dan işittiklerini şöyle ifade etmiştir;

“Öğretmenlere çok ehemmiyet veriyordu. Kim gelirse öğretmen olun diyordu.  “Eskiden dini terbiye ebeveyne verilmiş. Bu zamanda dini terbiye öğretmenlere verilmiş. Ben dindar bir öğretmene eski zaman velileri nazarıyla bakıyorum. Çünkü bu zamanda dini terbiye anneden babadan kalkmış, öğretmenlere verilmiş. Öğretmen iyi ise çok iyi. Fena ise çok fena. İyi ise minare başında, kötüyse kuyu dibinde. Ya âlâyı illiyyinde ya esfel-i sâfilinde. Muallimlerde ortası yok” diyordu.”

 

Günümüzdeki öğretmenlere baktığımızda da manzara aynen Bediüzzaman Hazretlerinin anlattığı gibi değil mi? Eskiden anne-baba çocuğuna dinini, imanını öğretir mektebe, (zaten müslüman olan) muallimlere takviyede bulunmaları için, kendilerinin ektiği iman tohumlarının neşv-ü nema bulması için emanet ederlermiş. Üstadımız bizzat kendisinden de bu yönde örnek vermemiş midir zaten;

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”

 

Eskiden muallimler validelerin ektiği çekirdekleri sular, besler, büyütür, serilip serpilmesine çalışırlarmış. Şimdi ise yapılan şu; öncelikle anne-babanın ne tohumu ektiklerine bakıyorlar. Zakkum ağacı mı, tuba ağacı mı? İyi bir öğretmen tuba ağacı tohumlarını sularken, kötü bir öğretmen meyve vermemesi için dalları yeşerdikçe kesip buduyor… ta ki;  kökünden söküp atana ve yerine zakkum tohumlarını ekene kadar. Zakkum ağacının meyvelerini görünce ise bu kez keyif içinde suluyor, besliyor.

Yani; anne-baba her ne kadar dinini, imanını öğretse de evladına, okul hayatı ile birlikte ciddi tahribata uğraması muhtemel. Zira nasıl bir öğretmenin eline düşeceğinin garantisi yok artık. Ya katı kalpli esfel-i safilin namzetleri; veya onların yaptığı tahribatın da bilincinde olup bunu izale etmeye çalışan “Anlattığım herbir fenin aslında bu çocuklara Halıkımızı tanıttırdığını söylemeliyim.” fikri ile mesleğini icra eden muallimler var okullarda.

 

Tahrip kolaydır. Muallimlerin nesl-i atiyi istedikleri gibi yoğurup arzu ettikleri şekli verebilmekteki güçlerinin bir nümunesini de Bediüzzaman şöyle ifade etmiştir:

Ben Van’da iken hamiyetli bir kürd talebeme dedim ki; “Türkler İslamiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?”dedim.

Dedi: “Ben müslüman bir Türkü, fasık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alakadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar.”

Bir zaman geçti o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülamel ile o da Kürtçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fasık, hatta dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum.”

Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım.

 

Ne dehşet verici değil mi? Demek dindar muallimlere ihtiyaç şedid. Öyle ise; evlatlarımızı ihtiyaç alanlarına yöneltmemiz gerekir ki eskiden olduğu gibi imantohumları neşv-ü nema bulsun.

“Amin alayı” tadında bir keyif ve ferah içinde çocuklarımızı dindar ve takva sahibi her biri kıymettar bir alim mahiyetinde olan öğretmenlerin ellerine emanet edelim inşaallah. 

 

https://twitter.com/#!/aysenurkahveci 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.