Okuyanı ağlatan gözyaşı hikayeleri

Gökhan Zafer’in kaleme aldığı Gözyaşı hikâyeleri, okuduğunuzda gözlerinizden damlaların gelmesini zorlayacak türden bir kitap

RisaleHaber-Haber Merkezi

Gökhan Zafer’in kaleme aldığı Gözyaşı hikâyeleri, isminden de anlaşılacağı üzere okuduğunuzda gözlerinizden damlaların gelmesini zorlayacak türden bir kitap.

Milli, manevi ve insani değerler üzerinde durulan kitap, geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Kitapta yer alan hikâyelerin en büyük özelliği duygu yüklü olmaları, bunun yanında, hikâyelerin sonunda verilmek istenen mesaj, okurun hafızasında iz bırakacak şekilde veriliyor.

Gözyaşı Hikâyeleri’nden hafızanızda iz bırakacak bir hikâyeyi sizlerle paylaşıyoruz.

BEYAZ DÜŞLER

İlk dersine girecekti. Elini kapının koluna atmış öylece bekliyordu. Heyecanının, bir sürpriz yapmasından korkuyor, derin derin nefes alıp veriyordu. Yaşayacakları, önceden çekilmiş bir film gibi zihninde canlanıyordu. İçeri atacağı ilk adımda, hafif gürültülü ayağa kalkacak çocuklar, ilk cümlesi, onlarla tanışma anı, onların tek tek ayağa kalkıp isimlerini söylemesi, seyrettiği filmin önemli birkaç sahnesiydi. Son kez derin bir nefes aldı. Bütün vücudu titriyordu. Heyecanını bastırmaya çalıştıkça daha çok üşüdüğünü fark etti. Sol kolu buz gibi soğuktu. Kapının kolunu yavaşça aşağı indirip içeri girdi. Gördükleri karşısında bir an kalbi duracak gibi oldu. Bembeyaz önlükleriyle otuz kadar çocuk, gülümseyen yüzlerinde ışık saçan gözleriyle ona bakıyordu. Burası sınıf değildi. Cennetten bir bahçenin güzelliğini andırıyordu.

Defalarca provasını yaptığı “Günaydın çocuklar” zihninden uçup gitmişti. Kapının önünde duruyor, hayran olduğu manzarayı seyrediyordu. Çocuklardan birinin yanına gelip,“Öğretmenim zil çalıyor. Çıkabilir miyiz?” demesiyle kendine geldi. Oysa ders daha başlamamıştı. Bu zil de neyin nesiydi? Üstelik, genç öğretmenin kulağının
dibinde çalıyordu sanki.

Genç öğretmen gözlerini açtığında, her ihtimale karşı normal zamanından biraz daha erkene kurulmuş çalar saat, başucunda alabildiğine çalıyordu. Üzerine örttüğü yorgan yere düşmüştü. Sol kolu, en az dışarısı kadar soğuk olan duvara yapışmış ve uyuşmuştu. Yıllardır uykusunun en güzel yerini katletmeye kurulmuş çalar saati, bu
kez de güzel bir düşün katili olmuştu.

Yatağından doğrulup ayağa kalktı. Gece bütün şiddetiyle yanan soba, sabah olmadan sönmüş, dışarıda pusu kuran soğuk bu boşluktan yararlanıp odayı ele geçirmişti. Perdeleri açmak için kolunu uzattığında, belinden gelen bir kaç çatırtıyı duydu. Bütün vücudu uyuşmuştu. İki kolunu yanlara doğru alabildiğine açıp gerildikten sonra perdeleri araladı. O uyurken, melekler dışarıya bembeyaz bir örtü yaymıştı. Neredeyse yarım metreyi bulan kar, belli ki bütün gece hiç kesmeden yağmıştı. Zaman kaybetmeden yola koyulmalıydı. Dolaptan en kalın elbiselerini çıkarırken, içinden “İnşallah yollar kapanmamıştır.”diye dua ediyordu. Zira epeyce uzaktaki okuluna gidemeyebilirdi. Kat kat giyinip, elinde kitaplarıyla dışarı çıktı.

Dışarıya attığı ilk adımda anladı ki içerdeki soğuk, dışarıdakinin küçücük bir göstergesiydi.

Karda yürümek hayli zor olmasına rağmen, otobüsü beklemek için köy yoluna kadar yürüdü. Yolda hiç iz olmaması, dün geceden beri kimsenin geçmediğini anlatıyordu. Üzerine giydiği elbiseler cesaret olup vücudunu sarmıştı. Otobüs gelene kadar bekleyebileceğini düşündü.

Yarım saat geçmesine rağmen ne gelen, ne de giden vardı. Belli ki yollar kardan kapanmış, uzun süre açılmayacaktı. Kapanan yol, geride iki seçenek bırakmıştı. Genç Öğretmen, ya yollar açılana kadar bekleyip okula gitmeyecekti. Ya da yürüyerek gidip çocukları bekletmeyecekti. Gözünün önüne sabaha karşı gördüğü rüya geldi. Her saniyesini hatırladığı rüyayı yeniden yaşar gibi oldu. İçinde alevlenen aşk önünde dağ gibi duran karları eritmişti. Ne olursa olsun okula gitmeye karar verdi.

Genç öğretmen, neredeyse yolu yarılamıştı. Karlara bata çıka ilerliyor, arada bir durup soluklanıyordu. “Kim bilir, çocuklar nasılda sabırsızlanıyordur.”diyordu. Daha hızlı yürümeye çalışıyor, karların üzerine rastgele atıyordu soğuktan hissetmediği ayaklarını.

Epeyce yaklaşmıştı. Kar yeniden yağmaya başlamış, beraberinde davetsiz bir fırtına getirmişti. Artık hiçbir şey görünmüyordu. Genç öğretmen ne tarafa gideceğini bilemiyor, dua ediyordu:“Allahım, o küçük çocukların üzerimde hakkı kaldı. Bu hakkı ödemeden bana son nefesimi verdirme... Üniversitede beni okutan, kalacak yer veren
fedakâr abilerime söz verdim. Gittiğim her yerde güzel insanlar yetiştireceğim dedim. Ne olur Allahım sözümü tutmama fırsat ver. Yardım et bana... Bir yol göster. Ne olur yardım et...”

Hangi yöne gittiğini bilmiyordu. Elinde tuttuğu kitapları farkında olmadan düşürmüştü. Tek düşündüğü bir an önce okula gitmekti. Artık, kara gömülen ayaklarını kaldırıp ileri atmakta güçlük çekiyordu. Göz kapakları büyük bir direnişe başladığında, zorlukla açılan ağız, aynı kelimelerle yalvarıyordu “Allahım, bana güç ver…”

Tipi, kar ve soğuktan örülmüş duvar aşılamıyordu artık. Nereye gittiğini bilmeden atılan adımlar verdi kötü haberi. Genç öğretmen; olduğu yere düşmüştü. Kalan son gücüyle kalkıp tekrar yoluna devam etmek için çabaladıysa da, bu olmadı. Gözleri kapandığında; tipi, kar ve soğuk durmuştu. Kar beyazı elbiseleriyle otuz kadar çocuk, gülen yüzlerinde ışık saçan gözleriyle genç öğretmene bakıyor, hep bir ağızdan“Hoş geldiniz öğretmenim, geleceğinizi biliyorduk.” Diyordu. O artık, rüyasında gördüğü cennet bahçesinin içindeydi...

Köylüler, onu günler sonra bulabildi. Üzerine yağan kar, genç öğretmenin kefeni gibiydi...

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Kitaplık Haberleri