Yirmi yaş dişlerimden birini çektirmek kastı ile iki kere doktora gittim ama iki seferinde de bir sebeple doktor şimdi çekmeyelim dedi. Ama ben her iki seferinde de sanki dişimi çektirmiş gibi bir psikolojiye girdim. Daha önce diş çektirmiş olduğum için nasıl bir şey olduğunu biliyordum. Vehim ve hayal olmamışı olmuş gibi hissettirebiliyor insana demek ki.
“Küllü âtinkarîb” kaidesini düşündüm sonra. Demek ben kesin o iş olacak olarak baktığım için adeta olmuş gibi bir hisse kapıldım. Sonra düşündüm. Mesela kıyamet; hem kendi ölümüm hem de dünyanın ölümü kesin değil mi? evet kesin. Öyle ise ben bunlara olmuş gibi bakamaz mıyım? Olmuş gibi hissedemez miyim? Evet, daha önce başımdan geçmedi bunlar ama Kur’an, olacaklarını kesin bildiriyor ve keyfiyeti hakkında da bilgiler veriyor. Şüphesiz ki Kur’an’daki bilgiler öyle kuru bilgi kabilinden değil. Eğer O’na tam müteveccih olarak dinlemeye muvaffak olursak ve Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’dan veya Cebrail Aleyhisselem’dan veya Mütekellim-i Ezelî’den dinler gibi dinlersek bize göre ileride yaşanacak olan o sahneleri yaşıyor gibi müşahede edebiliriz inşallah. Nitekim Efendimiz bir hadisinde “kim kıyameti gözüyle görmek isterse Tekvir, İnfitar ve İnşikak Surelerini okusun” buyuruyor.
İnsan eğer bir şeyin gerçekleşeceğine kesin olarak inanırsa adeta o şey gerçekleşmiş gibi düşünme ve hissetme kabiliyetine sahip demek ki. Madem her an hem ölme hem yaşama ihtimalimiz var ve bu ihtimaller birbirine eşit. Nasıl oluyor da ölümden bu kadar gaflet edebiliyoruz? Gerçekleşeceği kesin olan bir şeyden gafil kalmayı nasıl başarabiliyoruz?
Bir yandan da anlıyoruz ki ‘ölmeden önce ölmek’ diye bir şey var ve Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam bunu bize tavsiye ediyor. Bir ölü, kimse ile çekişemez değil mi, kimseye karşı bir hak davasına girişemez, ille benim menfaatime uygun olan olsun diye direnemez. Demek ölmeden önce de bunları yapabilmek;nefis cihetiyle ölüp, ruh ciheti ile yaşamaya başlamak mümkün. Nefsimle değil de kalp ve ruhumla yaşamayı başarabilirsem kardeşlerimin menfaatini kendiminkinden önceye alabilirim. Kardeşlerimin meziyetleri ile iftihar edebilirim. Nefsin lezzetleri ötelenince şefkatin sıcacık atmosferine girilebilir.
Kalbinde îman olan biri o Cennet’in çekirdeği olan o îman vasıtasıyla Cennet’e ait haleti yaşayabileceği gibi, Cehennem’in çekirdeği olan küfü taşıyan kişi de Cehennem’e ait bir haleti hisseder ve yaşar. Elbette bu azapla beraber o şekilde yaşamayı sürdüremeyeceğinden iptal-i his ile kendini uyutucu, sarhoş edici müskirlere müptela eder. Îman ehli ise, henüz Cennet’te değildir ama marifetullah ve muhabbetullah vasıtasıyla ruhanî bir lezzeti alabilir. Allah bizleriîmanın tadını alanlardan eylesin inşaallah.
Risale-i Nur öyle düsturlar gösteriyor ki, eğer onlara uyarsam, kalp ve ruhun derece-i hayatında olmadığım halde kalp ve ruhun derece-i hayatında olanların yaşadığı gibi yaşayabilirim. Zaman şahsî kemalât zamanı olmadığından ve şahs-ı manevî zamanı olduğundan ve Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi insan-ı kamil ismine layık bulunduğundan o şahs-ı maneviye dahil olmam yeterli. Peki nasıl dahil olacağım?
Bu yolun evradı; ittiba-i sünnet, faraizi işlemek, kebairi terk etmek, namazı tadil-i erkan ile kılmak ve namazın akabindeki tesbihatı yapmaktır. Bunları yerine getiren ve günde en az on beş dakika Nurlar ile iştigal eden inşallah bu yoldadır. Elbette sadakat, ihlas, sebat, metanet gibi konularda çok mertebeler araya girer. Bir de dost, kardeş ve talebe gibi farklı daireler var. Herkes hizmetinin mahiyetine ve yakınlık derecesine göre bu dairelerden birinde yer alabilir. Haslar ve rükünler ise en dar dairede, şahs-ı manevinin aklı, kalbi gibi hayatî organları hükmündedirler.
Allah Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine bizleri idhal eylesin ve o şahs-ı maneviyi incitmeden kuvvet vermeyi nasib etsin. Amin.
Velhasıl, dişimi çektiremedim ama bir güzel tefekküre vesile oldu. Demek henüz yaşamadığımız, hatta ebedî hayata ait pek çok halleri yaşamış gibi hissettirecek cihazlarımızın çok önemli vazifeleri var. Cehennem’i hisseden biri nasıl günaha kolayca girebilir veya Cennetin tadını alan biri nasıl ona iştiyak göstermez. Elbette Cennet bu kadar lezzetli ise Rü’yet ve rızay-ı İlahînin lezzeti buna kıyas edilebilir. (ya da kıyas edilemeyecek kadar fevkindedir). Bunları hissedebilecek cihazlarımızı sersem etmemek adına dizilerin içinde yaşamaktan ve bizi ilgilendirmeyen işleri takip etmekten de kaçınmamız gerekebilir.