Öldürmemek için bir sebebi olmamak

Mustafa ULUSOY

Tam bir kayıtsızlık. Olmakla olmamak, yapmakla yapmamak arasında bir fark yok. Bir hissizlik durumu. İnsanı umutsuzluğa sürükleyen şeyler önemini yitirmiş. Kasvetli bir boşluk hissi.

Sonsuz bir boşluk. Dünyevi tüm şeyler denenmiş boşluğu doldurmak için. Hiçbir şey kâr etmemiş. Para, envaiçeşit uyuşturucu, aşk, ün cılız bir gölge gibi duruyor boşluğun kıyısında, çünkü her şey anlamını yitirerek hiçbir bir şey olmuş. Her şey boş. Boşluğu başka bir boşluk dolduramaz.

Boşluk boşunalığa sürüklüyor. Kayıtsızlığa. Ne yaparsa yapsın boşuna. Ne işe yarar ki yaşamak? Hiçbir şeye. Her şey bir lanet. Her şeyden nefret ediyor. Çünkü her şey anlamsız. Her şey ruhuna batıyor bir kıymık gibi. Başta kendi varlığı. Acıdan boğulurcasına aldığı yarım nefesleri duyuyor. Ne hayatın anlamı var, ne ölümün.

Boğuluyor. İç yaşamı kurumuş. Hissetme azalmış. Duyguları donmuş. Kayıtsızlık evrenine hapsolmuş. Canlı cansız hiçbir şeye dokunamıyor. Her şey boş ve boşlukta çünkü ve kimse boşluğa dokunamaz. "Şiddet ilişkisizliğin yarattığı boşluğu doldurmak için hızla koşan en yıkıcı çaredir." diyor varoluşçu psikoterapinin üstadlarından Rollo May.

Paul Haggis'in Çarpışma (Crahs) filminin başlangıç sahnesindeki sözleri hatırlayalım: "Gerçek bir şehirde yürürken insanlar sana çarpar durur. Los Angeles'ta kimse sana dokunmaz. Hep bir metal ya da cam ardındayız. O dokunuşları öyle özlüyoruz ki, bir şeyler hissetmek için birbirimize çarpıyoruz". Sonra yeniden Rolla May'e kulak verelim. "Şiddet, temas için şeytani bir gereksinim, en dolaysız yoldan dokunmayı zorunlu kılan çılgın bir dürtü olarak alevlenir".

Şiddet çılgın bir dürtü olarak alevleniyor. Acı çektirerek, işkence ederek birini etkilemenin narsistik kibrinin alevleri sarıyor benliğini. Kurban acı çekiyor. Bağırıyor. Yalvarıyor. Yalvarıyor. Eskiden hiçbir şeydi. Adı ve sanı yoktu. Kendinden yardım istenilen biri şimdi.

Dünya karşısında hep çaresiz hissetmişti kendini. Dünya da ona yetersiz gelmişti. Şimdi bir insanın hayatını elinde tuttuğunu hissediyor. İstediği an öldürebilir. Vazgeçebilir de. Güçlü olma arzusuyla yanıp tutuşuyor. Bir kediyi öldürürken de aynı arzuyu duyumsamıştı benliğinde. Lime lime etmişti onu. "Kedinin hayatını aldım" diye düşündüğünde hissettiği hazzı bir tek esrar vermişti ona. Son darbeyi indirmeye yeltendiğinde aniden vazgeçiyor. İşlemi geciktiriyor. Yavaş yavaş almalı kurbanının hayatını ki elindeki gücü sonuna dek hissetsin. Kurbanını öldürdüğünde gücü çekip gidecek çünkü. Eskiye dönecek.

Kurban yalvarıyor. "Lütfen öldürme beni, ne yaptım ben sana?" İniltiler odayı dolduruyor. Kurbanın gözlerindeki çaresizliğe dikiyor bakışlarını. Menhus bir zevk alıyor bu çaresiz bakışlardan.

"Neden öldürmeyeyim ki seni? Yaşaman için tek bir neden söyle bana."

Vicdanı çoktan ölmüş, ruhu çoktan tefessüh etmiş biri o. Başkasının acısı umurunda değil. Her şey onun için sadece bir kurban.

Öldürmemek için tek bir gerekçe dahi yok. Çünkü var olmanın ve yaşamanın iyi ve güzel olduğuna dair tek bir neden bulamıyor.

Onu kim durdurabilir?

Kendisi mi? Kendini durduracak kendisi yok ki. O adsız biri. Varoluşsal kimliğini yitirmiş. Ya korku? Kimden ve neden korksun? Hapishaneden mi? Yasalardan mı? Umurunda değil. Yaratıcıdan mı? İnanmıyor ki. Öte dünyada hesap korkusu? Hep denmedi mi ona gözünle görmediğin şeye asla inanma diye? O da inanmıyor işte. Öte dünyada kim hesap sorabilir ondan? Ona göre hiç kimse. Her şey burada başladı ve burada bitecek. Ölünce şimdiki hayatı nasıl bir hiçse yine bir hiç olacak. Yok olacak.

Hevâ ve hevesinden gayrı kendini teslim edeceği bir İlahı yok.

Bıçağı son kez saplıyor. Kurban yere yığılıyor. İşte birini etkiledi. Değiştirdi. Ona dokundu. Bir hayatı söndürerek. Artık onun bir adı var: Katil! Dünyanın en kirli ismini aldı.

Yarım yüzyıldan daha fazla önce "Beşerin idare ve ahlâk ve içtimâiyâtı ile çok alâkadar olan içtimâiyyun ve siyâsiyyun ve ahlâkiyyunun kulakları çınlasın. Gelsinler; bu "boşluğu" ne ile doldurabilirler? Ve bu "derin yaraları" ne ile tedâvi edebilirler?" diyen Nursi, bir kehanette bulunuyor değildi. Yalın bir gerçeğe işaret ediyordu; Hayat ve kâinat ancak O'nunla "hiçbir şey" olmaktan kurtulup " anlamlı şey" halini alabilir. Ve "Kalpler ancak O'nu anmakla tatmin olur."

"Bize ne oluyor böyle!" diye niye şaşırıyoruz ki?
Zaman

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.