Son nefes; buğusuz, berrak bir ayna gibidir. İnsanoğlu kendisini en net olarak son nefesinde tanır. Hayâtın muhâsebesi, kalbinin ve gözünün önünde sergilenir. Bu sebeple insanoğlu için ölüm ânından daha ibretli bir manzara yoktur.
ALLAH’IN YÜZ ÇEVİRDİĞİ ‘KUL’
Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği üzere, hayâtı Allâh’a isyân içinde geçen Firavun, ancak Kızıldeniz’de ilâhî kahra dûçâr olurken kendisini ve ziyân ettiği ömrünü gerçek mânâda tanıdı. Dünyadaki nefsânî saltanatının iç yüzünün hakîkatte ne büyük bir sefâlet ve hüsrandan ibâret olduğunu son nefesinde idrâk ederek, içinde müthiş bir pişmanlık duydu. Âyet-i kerîmede bu hâl şöyle bildirilmektedir:
“…Nihâyet su onu boğmaya başlayınca (şöyle) dedi: «–İnandım. Gerçekten İsrâiloğulları’nın îmân ettiğinden başka ilâh yokmuş! Ben de müslümanlardanım!..»” (Yûnus, 90)
Lâkin iş işten geçmişti… Kızıldeniz’in girdaplarında boğulmak üzere iken kendisini îmân halkasına tutunmaya mecbur hisseden Firavun’a Allâh Teâlâ şöyle buyurdu:
“Şimdi mi (îmân ediyorsun)?! Hâlbuki sen, bundan evvel (ömrün boyunca) isyân etmiş, dâimâ fesatçılardan olmuştun!”
İşte bir belâ gelince uslanıp, selâmete kavuştuğunda tekrar eski azgınlığına dönenlerin son nefesteki uyanış, pişmanlık ve îmâna yönelişleri bir hüsrandan ibârettir. Bu bakımdan tevbe ve pişmanlığı son nefese bırakmak, büyük bir aldanış sebebidir. Hâl böyleyken hayâtın sürprizleri, med-cezirleri, yâni iniş-çıkışları içinde çalkalanırken ölümün derin ve sessiz çığlığına kulak vermemek ve birgün kendimizin de o kapıdan geçeceğimizi hesâba katmadan yaşamak, ne hazin bir gaflettir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş