Ölüm; insan için en kesin değişmez bir hakikat, en tesirli bir nasihat, insanın nisyan edip kaçtığı en büyük bir hadisattır. Evet, her gün bir geceye, her yaz bir güze hamile olduğu gibi, gençlik sabahı da ihtiyarlık gecesine, hayat yazı da ölüm güzüne hamiledir, bir gün onu doğuracaktır.
Ölüm; şatafatlı dünya hayatının sonu, “batanı seven” ehl-i isyan ve gaflet için meşakkatli bir hayatın önü, Rahman’ı seven ehl-i iman ve itaat için nimetli bir saadetin öncesidir. Ebedi bir uykuya dalmanın değil, dünyevi bir uykudan uyanmanın zamanı olan ölüm; dünya ile ahireti bağlayan sırlı bir bağ, önden bakınca aşılması imkânsız görünen bir dağ gibidir.
Hayatın öbür yüzü, hayat yazının güzü olan ölüm, sessiz konuşur. Anlamaz herkes ne dediğini. Anlaşılamadığı, anlamlandırılamadığı için korkutur, korkulur. Hâlbuki ehl-i iman için ölüm; hüzün ile biten bir son değil, hüsün sarayına götüren bir öndür. Aynı Yusuf’u (a.s) saray-ı saadete ulaştıran zindan gibi...
Evet, hayatın diğer yanı olan ölüm; müstakil bakınca acıdır, acıtır. Ancak yemeğe tat vermesi için katılan acı gibi ölüm, hayatı acılaştırmak için değil onu tatlandırmak içindir. Hayattayken belki bilmiyoruz ama ölüm anında bu tadı tadacağımız kesin. Öyle olmasa “her nefis ölümü tadacaktır” denilir miydi?
Hayat bir kitap olsaydı, ölüm bu hayatın özeti, hayat bir nöbet olsaydı, ölüm onun ücreti olurdu... Bu manayı Nebi (a.s) “nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” ifadesiyle tespit eder.
Hüzün merkezli bir hayatı, haz merkezli bir hayata tebdil edip âdileştiren modernizm; ölümü “öldürüp” hayatın dışına itmiş, hakikat noktasından hayatı değersizleştirip imha etmiştir. Hâlbuki ölüm merkezli bir hayat kalbi ihyaya, hayat merkezli bir hayat kalbi imhaya hizmet eder. Evet, ölüm hakikatini yüreğinde her vakit taşıyamayanlar dünyaya getirilmenin külli vazifelerini kavrayıp bihakkın ifa edemezler.
İlahi bir yasa olan ölümden tasa duyup düşman olanlar, “ölümsüzü” tanımayanlar, emirlerine göre yaşamayanlardır. Ölümle barışık yaşayıp dost olanlar bir gün, ölümle kavgalı yaşayıp düşman olanlar her gün ölüyor...
Rahman’dan uzak bir hayatın faydasız bir hayata inkılâp etmesi gibi, rahmet-i Rahman’a ulaştırdığı bilinmeyen bir mevtin dahi manasız görüneceği aşikârdır. Nasıl ki bu hayat iman ile anlamını bulursa, ölüm dahi yalnız Allah ile anlamını bulup manidar görünür. Hayatın manasını fehmedemeyenlerden ölümün anlamını keşfetmelerini beklemek muhaldir.
Tefekkürü meslek edinenlere, “sıla” hasreti çekenlere göre ölüm; vuslatın haberi, iman azığı ve amel harçlığı tam olanlara huzur ve saadetin yaveridir. Esma ve sıfata marifet peyda eden bir mümin, ilim ve irfanı nispetinde mevti de hayat gibi sever. O günü, sevgiliye kavuşturacak bir gün (şeb-i aruz) olarak yâd eder...
Lisanı “Elbet bir gün gelecek can bedenden gidecek/Sanki bundan sana ne, nedir senden gidecek/Veren O alan O, sendeki bu telaş ne/Hâlini görenler can senin zannedecek” dediği gibi; hali de, “Hoştur bana senden gelen/Ya gonca gül yahut diken/ Lütfun da hoş, kahrın da” deyip âlem-i meleküte sultan olmanın nihayetsiz lezzetini tadar...
Evet, ölüm korkusu ehl-i marifet ve muhabbet için vuslat coşkusuna inkılâp eder. Nurlu eserlerden hakkıyla istifade edip ölümün sırrına erenler su içer gibi terhis şerbetini kemal-i memnuniyetle içerler. Ölümden korkmak, imanî yahut amelî zafiyetin varlığına işaret eder. Sırtta taşınan, hayata hayat olamayan bir iman, nefse mağlup ölü bir iman, ölümü yüreğinde taşıyan iman, nefse galip diri bir imandır.
Elhasıl; “Ölüm de bir gün ölecek, o gün elbet gelecek/Ölümün öldüğü gün, mümine sevinç, münkire hicran düşecek” Her günü bir geceye, her yazı bir güze tahvil eden zat-ı Kadîr, gençlik gündüzünü ihtiyarlık gecesine, hayat yazını ölüm kışına tebdil edecek. Hayatı “ölümsüz” için olanın, ölümü de “ölümsüz” adına olacak...
Ölüme sırt dönüp kaçanlara veyl, ölümle yüzleşip gülenlere selam olsun! Hayatı davası olanın, ölümü devası olacaktır hiç korkmasın...
Not: Sessiz yaşadı, sessiz ayrıldı aramızdan Badıllı Abi. Sorulmayınca konuşmayı sevmezdi, alâyiş ve nümayişten hoşlanmazdı. Boşluk bırakmadan yaşadı, yeri doldurulamayacak bir boşluk bırakıp gitti. Rahmet eylesin Rahman...