Kur'an, saltanatlı üslûbuna yakışır bir haşmetle kıyâmet günü paramparça olan göklerden, dökülen yıldızlardan, patlayıp toz yığını hâline gelen dağlardan, yanan denizlerden ve bütün bu dehşeti şaşkınlık içinde seyreden, oradan oraya koşuşturan insanlardan bahseder.
Son Japonya deprem ve tsunamisi Kur'an'ın kıyâmet tasvirâtının mâkul ve mümkün olduğunu akla değil, gözlere de gösterdi. Üzerinde yaşadığımız yerkürenin hallaç pamuğu gibi dağılabileceği, bir maî gibi akabileceğini hep birlikte gördük. Dokuzluk depreme dayanan binaların, son teknoloji ile inşâ edilmiş nükleer santrallerin bu tarz bir felâketi emniyet içinde göğüslemeye kâfi gelmediğini bir daha anladık.
İnsanların toplu vaziyette ölmeleri, yaşadıkları ferdî âkibeti değiştirmez: Her insan yalnız başına ölür, başkasının da aynı zaman diliminde ve çok yakınında bir yerlerde ölmesi, aynı ölüm tarlalarında can vermesi âkibetine tesir etmez. Büyük felâketlerin telkin ettiği asıl ders, bir şekilde görmezlikten geldiğimiz ölümün bize çok yakın olduğunu inkâr-ı kãbil olmayan bir şekilde göstermesidir.
Allah, "Her nefsin ölümü tadacağını" buyuruyor. İstisnâ tanımayan ilâhî bir hüküm bu. Ama buna rağmen koskoca bir ömrü, upuzun yılları gaflet içinde, mâlâyaniyât ve abes meşguliyetlerle geçiriyoruz. Onun için insan Kur'an'ın hükmüyle "zâlim ve câhil"dir.
Ölümün depremle başlayan dağdağalı güzü zihnimi İbrahim Tatlıses'e sürüklüyor. Cemiyetin en avam sınıfından başlayan yolculuğu tırmandığı zirvede kırk yıldır devam ettiren bu nev'i şahsına münhasır insanı düşünüyorum. Yaşamadığı kaç lezzet, tatmadığı kaç zevk kaldı? Neye yarar!..
Vurulduğu ân ne hissetti, neler düşündü? Hayatının hangi sahneleri kapanmaya başlayan gözlerinin önünde ulaşılması imkânsız hayâller gibi canlandı? Başa dönmek kãbil olsa hangi hatalarından sıyrılır, hangi günâhların lezzetli dâvetlerine koşmazdı? O ân hangi derin pişmanlığı duydu, hangi günâhlarının ağırlığı altında ezildi?..
Herkes gibi şifâsına duacıyım Tatlıses'in. Ama şifâ ne demek, ölümden büsbütün sıyrılamadıktan sonra hangi şifâ teselli verir? Ölüme dur diyecek şifâ hangisi?..
Fâni bir dünyanın, güyâ akıllı ama gerçekte gaflet içinde, aptal mı aptal mahlûklarıyız işte. Bu, o derece ileri bir aptallık ki, kucak kucağa yaşadığımız ölümü hep yok sayar, hep inkâr ederiz. Ömrümüzü aşan emellerin tahakkuk ve inşâsı için dehşetli hırslarla çalışırız. Basit bir dünya menfaati için birbirimizi parçalar, hayatlara kastederiz...
Ahiret yoksa, niçin yaşamalıyız, deyip intiharı teşvik eden felsefî cereyan akla yatkın olanı. Âhiret yoksa, varlık ve hayat bütünüyle abesiyete inkılâb eder, diyen Eksistansiyalist bir cihetle düşünce fâtihi değil mi?
Evet, âhiret var... Hesab günü var... Ebedî bir hayatın namzedleriyiz ve o hayatın sermayesi burada devşiriliyor. İyi ve faziletli insanların diyârı Cennet gibi, zâlim ve günâhkârların ateşli çukuru Cehennem de bağrına basacağı insanları bekliyor.
Bahsi hak ve hakikatin gür ama latîf sesi ile noktalayalım:
"İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi imân ve duâdır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder." (Said Nursi, Sözler)
Bugün