Elimde yabancı bir yazar tarafından kaleme alınmış bir kitap var. Kitabın konusu ölüm üzerine. Yazar her satırında ölümle yüzleşmeden bahsediyor. Çok hoşuma gitti kitap. Ölümü de çok güzel anlatmış. Hayatın anlamı olarak görüyor ölümü. “Ölüm uyanmaktır” diyor. Ölümün insanı kendine getiren, yaptıklarından pişmanlık uyandıran, hayatı daha iyi, daha dolu yaşamasını sağlayan bir olgu olduğunu söylüyor. Kitap daha bitmedi ama buraya kadar olan bakış açılarının çoğu bizim inançlarımızla, ölüme bakış açımızla örtüşüyor. Ayrılan temel fark bizim ölümü yeni bir hayatın başlangıcı olarak görmemiz. Aslında sadece dünya var diyenler için de ölüm gerçeği bir nimet olarak karşımıza çıkıyor. Onlar da ölümü kendi dünya hayatlarının başlangıcı olarak görüyorlar. Yani ikinci bir şans. Bir rahatlama. Bazıları kendini kandırma da diyebilir.
Kitabın ilerleyen sayfalarında bir şarkının sözleri yer alıyor. Sanki bizi tefekküre davet ediyor. Aslında hiç de yabancısı olmadığımız sözler bunlar. Bize çok uygun. Gerçek bir tasvir. Ölüm ve mezarda yaşananlarla ilgili. Sadece öbür dünyaya açılan pencereleri almamış. Karanlık bir oda gibi. Ama yine de tefekkür edebilme imkânı sunuyor bizlere.
Bir cenaze arabası geçerken hiç düşündün mü,
Sırada senin olabileceğini?
Seni büyük beyaz bir çarşafa sarıp
Yerin bir buçuk metre altına gömeceklerini.
Seni büyük, siyah bir kutuya koyarlar,
Üzerini toprak ve taşla doldururlar.
Bir hafta her şey yolunda gider,
Ve tabut sızdırmaya başlar…
Şarkının sözleri böyle devam ediyor. Şarkının devamında cesedin başına gelenler anlatılıyor maddi açıdan. Maneviyat yok. İlerisi yok. Olay orada bitiyor.
Yukarıdaki şarkının sözlerinin bizde de güzel bir anlatımı var. Birbirine benzer. Ama ikisinin arasındaki temel farkı gözden kaçırmamalıyız.
“İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nidâ ediyorum: "El-aman, el-aman! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halâs eyle!"
İşte, kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin af ve rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki, Senden başka melce ve mence yok…”
Bu iki metnin ortak yönleri çok. Ama ilki gerçek sığınılacak olanı göz ardı ediyor. Ölümden sonrasını atlıyor. Ya da öyle işine geliyor. Onun için birinci bakış açısının ikincisine dönüşmesi gerekiyor.
Sonuç olarak ölüm gerçeğini hakiki manada anlamalıyız ve de anlatmalıyız. İnsanların buna çok ihtiyacı var. Bu başarılabilirse insanlar hayatlarını daha anlamlı yaşayacaklar daha doğrusu yeni bir hayata uyanacaklar.