Üniversite sınavında başarısız olan bir öğrenciye neden başarısız olduğunu sorduğumda bir sürü mazeret saymış, olumsuz şartlardan yakınmıştı...
Ben de dayanamamış: “Bin mazeret bile bir başarının yerini tutmaz” demiştim ve tarihten birkaç örnek vermiştim. Bazılarını sizinle de paylaşmak istiyorum...
Öncelikle İslam Tarihi baştan sona bir başarı öyküsüdür. İhtiyacımız olan ilhamı, insanı tüm manevi kimliğinden soyutlayıp maddeye kilitleyen ve başarıyı yalnızca “güç”le ölçen Batı menşeli “başarı” kitaplarında arayacağımıza İslâm Tarihi’nde arasaydık, hiç kuşkusuz, Müslüman’ca başarmanın daha kestirme yollarına ulaşırdık.
Bu konuda bize peygamberler rehberlik ediyor...
Hatırlayalım ki, hiçbir peygamber “olumsuz” şartlardan ne yakınmış ne de “başarı”larına şartlardan “izin” alarak ulaşmıştır.
Şartlar (Hz. Süleyman ve Hz. Davut istisna tutulduğunda) bütün peygamberlerin aleyhindedir. Buna rağmen çabalamışlar, dua etmişler, şartlara kilitlenip şartlardan şikâyet etmek yerine çözüme odaklanmışlar, dua etmişler ve başarıya ulaşmışlardır.
Bunun tek şartı var: Engeller karşısında yılmamak, yıkılmamak ve asla pes etmemek!
Peygamberlerin ortak duruşu budur: Bu duruş “şartlara teslim olmama” şeklinde özetlenebilir.
Peygamberler de bizim gibi şartlara sığınıp şartlardan yakınsalardı, Hz. Âdem’in ömrü Cennet’ten çıkarıldığı için, Hz. Nuh’un ömrü tufana tutulduğu için, Hz. Yunus’un ömrü denize atıldığı için, Hz. Yusuf’un ömrü kuyuya itildiği için, Hz. İbrahim’in ömrü Nemrut’la, Hz. Musa’nın ömrü (tüm peygamberlere selam olsun) Firavun’la karşı karşıya getirildiği için, nihayet Hz. Âlişan Efendimiz’in ömrü Ebucehil gibi bir düşmanla savaşmak zorunda kaldığı için yakınmayla geçerdi...
Ve...
Hz. Havva’nın ömrü yasak meyveyi yediği için, Hz. Asiye’nin ömrü Firavun’la evlendiği için, Hz. Hacer’in ömrü çölde aç-susuz bırakıldığı için, Hz. Meryem’in ömrü iftiraya uğradığı için yakınmayla geçerdi...
Hâlbuki içlerinde mevcut imanı ve iman eksenli aksiyonu harekete geçirip ortaya atıldılar. “Allah Kerim” diyerek olumsuz şartların üzerine yürüdüler...
Unutmayalım...
Hz. İbrahim’i, Nemrud gibi, kendini “tanrı” sanan bir “gurur âbidesi” karşısında galip getiren Kudret, Hz. Musa’yı Firavun’un sarayında büyüten Kudret’in tâ kendisidir!
Aynı Kudret, Efendimiz’in üzerine de tecelli edince, Efendimiz, bir süre önce kovulduğu Mekke’ye, muzaffer bir komutan ve devlet başkanı olarak dönmüştü...
Peygamber kıssaları, idrakimize yeni pencereler açan oluşlardır...
Bir bakıma her peygamber hayatın tümüne yönlendirilmiş bir ışık huzmesidir...
Her biri, hayatın bir bölgesini aydınlatır...
Ancak tümünü idrak edebilenler, daha ışıl ışıl bir “Cadde-i Kübra”da yürümenin tadına varırlar...
Bunun tadına varanlar, her türlü olumsuz şartın, “Külli İrade”den beslenen “cüz’i irade” karşısında teslim olacağını ve engellerin ortadan kalkacağını bilir, yakınmak yerine çalışmayı seçen bir kararlılık içinde tüm olumsuzlukları dize getirmeye çalışırlar.
Allah da yardım eder, şartlar dize gelir...
Şartlar dize geldiğinde, olmazlar oluverir...
Örneğin Hz. Âdem’le Hz. Havva koskoca dünya yalnızlığında birbirlerine kavuşurlar; Hz. Nuh, tufanı yener; Hz. Yunus sahil-i selameti bulur; Hz. Yusuf kuyudan çıkar; Hz. İbrahim, Nemrut ateşine meydan okur; Hz. Musa, Firavun’u Kızıldeniz’de boğar; Hz. Âlişan Efendimiz ise Ebucehil’i yerle bir eder.
Selçuklu-Osmanlı terkibi de, ilhamını İslâm Tarihi’nden alan başka bir başarı öyküsüdür aslında. Günün birinde de onu konuşuruz.
Son söz: Olumsuz şartlardan şikâyet, tembelliğe mazeret uydurma sanatıdır!
Akit