Ben ölecek miyim, ha!
Nefessiz, hevessiz bir gün…
Işıklar, yıldızlar sönecek mi?
Ölüm gerçek mi?
Öleceğiz dostlar, bir gün öleceğiz! Bunu hepimiz bileceğiz. Ölüm gelince mi? Hayır! Ölüm gelmeden önce… Salâ düşmeden minarelere… Nefesimiz (henüz) nefesken...
***
Öleceğimizin gönlümüzde hep “d/iri” kalması... Zor; değil mi?Hem de çok... Zor; hayatı terk etmek… Güneşin sıcaklığını, gölgelerin serinliğini hissedememeyi düşünmek kolay değil! Bulutları başımızda gezdirememek... Ah, masmavi gökyüzü!
Senden de ayrılmak ölünce... Ki ne severim maviliğini... Bak, bak; bak da bak!
***
Denizin rengi midir bizi denize bağlayan... Dalgalarındaki heyecan mı? Köpük köpük koşar gider gemilerin ardından…
Dizginleyemez hasretini. Dalga dalga davetine koşarım denizin.
***
Dostlar! Ölüm var! Bir gün… Banka kartlarımız… Kartlaşmış âdetlerimiz… Tavizsizliğimiz… Hep bizimle zannettiğimiz neler... çıkacak ellerimizden. Habire bir telaş bizimkisi... Apartmanlarımızın “eksik” katlarını tamamlayıp gidelim! Öyle mi! Eşyamız "göz alıcı" olsun, ha!
***
Bir gün… Ne “oğlum/kızım” diyebileceğiz ne de "anne/baba!" Elimizde cep telefonumuz da olmayacak! Her bir şeyimiz burada (birilerine) kalacak! Onlara da kalmayacak. Biraz da onlar oyalanacak. Bütün etiketlerimiz… Lastiği eskimemiş otomobillerimiz… Yarım kalmış çayımız… Dudağımızın bir kenarındaki tebessümümüz (burada) kalacak.
***
Süslü, renkli, ışıklı vitrinler… “Boş ver canım, yaşamana bak!” vurdumduymazlıkları (hiçbir işe yaramayacak. Cübbeniz, apoletiniz... Cebinize/evinize/arkadaşınıza güvenemeyip bankalara yatırdığınız paracıklarınız da on para etmeyecek!
***
Ölmeden önce ölmezsek, gözümüz hep arkada kalacak. Ölmeden önce ölmeye de ölümün geleceğini bilmeye de yanaşmaya niyetçiğimiz yok gibi!
***
Emellerimiz, çepeçevre aynalarımız bizim. Böylece büyüdükçe büyüyor dünyamız. “Sürgit bir dünya” sanıyoruz faniliği.
***
“Dağdağalı bir hayat” bağlanıp kaldığımız. “Boş gürültü” diyor sözlükler "dağdağa"ya. Bir sonuçsuz koşu. Sanıyorsunuz ki bu "gel/git"lerde bir şey var.
***
Bir tek (sadece) ölüm düşünülmeden yapılıyor(sa) bütün bu hesaplar, apartmanlar, planlar... (Kendi aynana bak!)
***
Tûl-i emel; ama kısacık hayat. Birine bile yetişemeden ötekisi, başkası geliyor (emellerin.) Geliyor ve ihtiyacımı karşılamıyor elime geçenler.
***
Ölüm var. Ayrılık var. Yunus’un ikide bir mısralarına gömdüğü, Yunus’un gömüldüğü ölüm; var!
***
Ölümü öldürünce içimizde; hayatı, hayattan da içimizden de kovmuş oluyoruz! Nasıl mı? Bunu bilmeyecek de ne var; "Her şey zıddıyla bilinir, diye öğretmediler mi bize! O halde? Rabıta-yı mevt canım, rabıta için... Zabdetmek için, için için bizi kemiren kemirgenleri... Yoksa, olmayacak emellerin peşinde, kan/ter içinde...
"Hayrola; nereye böyle?" diyenler de kolay çıkmıyor.