Dünyevî hayatın lezzeti ve zevki istendiğinde, meşru dairedeki keyfe kanaat etmek gerektiği, Risale-i Nur’un On Üçüncü Söz’ünün İkinci Makamı’nda hem çok önemli tespittir, hem de oldukça iddialı bir sözdür.
Meşru daire dışındaki bir lezzette bin elem olduğu hakkındaki tespitimiz doğru noktalara dayandığı halde, gayr-ı meşru dairede yaşayanların tezimizi çürütürcesine nasıl olup da görünüşte rahat ve umursamazsa hayat sürdürebildikleri düşüncesi, belki sizin de zihninizi karıştırmış olabilir diye, bu konuyu detaylı bir analizle açığa çıkarmayı zaruri gördük. Konuyu, Risale-i Nur’dan yardım alarak ve Risale-i Nur’da yapılan izaha atıfta bulunarak ve bu izahların kapsamını genişleterek ele aldık.
Risale-i Nur’un 13.Lem’a isimli risalesinde, her insan gibi âhireti ve dini inkâr eden bir insan da, hayata ve sevdiklerine pek çok düşkün olduğu halde, bir daha dirilmemek üzere ölüm tarafından idam edileceğini ve sevdiklerinden de sonsuza kadar ayrılacağını biliyor ve görüyorken, “inkâr eden insan, böyle bir inanca sahip olup da, hayattan nasıl lezzet alıp yaşayabilir” diye sorulur ve bu merak uyandırıcı soruya meşhur deve kuşu misaliyle çok çarpıcı bir cevap verilir.
Burada o misali daha da detaylandırıp açmaya çalışacağız. Misaldeki deve kuşu, yük taşımamak için kanatlarını açıp kuş olduğunu söylemiş. Ona, “madem kuşsun, o halde uç bakalım” denildiğinde de kanatlarını kısıp deve olduğunu söylemiş. Hâlbuki kuş gibi uçamadığı için, etrafta dolaşan avcıdan kaçamamış. Birinin himayesine girip, develik vazifesini yüklenip, o vesileyle yiyeceğini temin etmek yoluna da girmemiş. Böylece ortada sahipsiz dolaşan deveyi gören avcıya açık bir hedef olmuş. Son bir hamleyle kafasını kuma sokmuş. “Aman avcı beni görmesin” diye düşünmüş. Hâlbuki koca gövdesinin dışarıda olduğunu unutmuş. Sonuç malum. Elbette avcı deveyi görmüş!
Bu misalde müthiş bir hakikat var ve gerçekle bire bir uygun düşüyor. Şöyle ki: İnkâr edene denilse ki: “Madem âhiret yok, o halde bu hayatta nasıl yaşanır ve lezzet alınır?” Yani “madem Allah, âhiret yok, dinin teklifleri de yok. Oh ne güzel, ibadet külfeti ve ağırlığı yok. Kuş gibi hafif olduğunu iddia ediyorsun değil mi? O halde haydi uçsana. Evet, ibadet külfetinden kurtulup hafifledin ama seni yokluğa atacak ölümün ve sonsuz ayrılığın ağırlığı ile nasıl uçacaksın? Haydi uç da görelim! Uçmak için, yani bu dünyada yaşayıp lezzet alabilmek için, ölüm ve ayrılık gibi ağırlıklardan kurtulmak lazım. Bunu yapmadan hiç bir kanat seni mutluluğa uçuramaz. Çünkü devamı olmayan bir şeyde, gerçek lezzet yoktur. Ve bu ağır yüklerle kuş olup uçacağın iddiasında bulunamazsın. Sen devesin, bu ağır yükü kaldır bakalım” diye kendisine denildiğinde, aslında bize kuş olup uçabileceğini, o ağırlıklardan kurtulup uçma imkânı olduğunu söyleyecek.
Yani diyecek ki: “Ölüm belki de yokluk değildir, bir ihtimal ölümden sonra bir hayat olabilir. Ölümden sonra bir hayatın varlığını söyleyen bu kadar insanın inandığı bir Kur’ân var. Her ne kadar kendime bile itiraf etmesem ve inkâr etsem bile, dinin var olduğunu kesin olarak iddia ettiği ve Allah’ın vaad ettiği bir ebedî hayat düşüncesi ve ölümün sonsuz bir yokluk olmaması ihtimali, benim de işime gelir. Neticede, benim inkârım da kesin bir bilgiye dayanmıyor. İnkâr ettiğim dinin yanlışlığı kesin olmadığı gibi, inkârımın doğruluğu da şüphelidir.”
Bu noktaya gelindiğinde ona denilse ki: “madem ayrılık ve ölümün sonsuz ağırlıklarından, âhiretin varlığı ihtimali ile kurtulup kuş olup uçmak istiyorsun. O halde, ölümden sonra bir hayat var ise, o hayatta rahat etmek ve güzel yaşamak için, dinin sana yüklediği ibadet vazifesini yerine getirmen gereklidir. Çünkü o ebedî hayatı din sayesinde elde edeceksin.” O dese ki: “Hayır. Olmaz. Belki de âhiret yoktur, yok olan bir şey için neden çalışayım, neden külfet altına gireyim?” Yani, Allah ve âhiret olmadan kuş olup uçamadığından, deve olmayı mecburen kabul ediyor, fakat deve olunca taşıması gerekli yükü taşımak istemeyip, tekrar kuş olma iddiasına geri dönüyor.
İnsanın kendini böyle kısır bir döngüde kandırması çok hüzünlü. Ne yüklerinden kurtulup kuş olup uçabiliyor, ne deve olup yük taşımak istiyor. Misalimizdeki devenin birinin himayesine girmesi ise, insanın aczini ve ihtiyacını itiraf edip, Allah’ın kudret ve rahmetinin himayesine girmesine misal. Üstlendiği yük taşıma vazifesi karşılığında, hem korunan ve himaye edilen, hem de yiyeceği kendisine verilen deve gibi; dinin gösterdiği şekilde inanan ve yaşayan, yani ibadet külfetini ve ağırlığını sırtında taşımayı üstlenen insana da, korunma altına alınacağı ve ihtiyaçlarının temin edileceği güvencesi, her iki dünya için geçerli olarak Allah tarafından verilmektedir.
Çölde sahipsiz dolaşan bir deveye benziyor inkar eden insan. Çünkü kuş da deve de olamamıştır. İman etmemek, âhiret ihtimaline yapışmaya, yani “kuş olmaya” manidir. Bu tarz düşünce, kabirde çok esassız ve temelsizdir. İnsanı yalnız başına bırakıverir. İbadet etmemek, yani yük taşımamak da, “deve olmaya”, yani ilahî himaye altına alınmaya manidir. Olsa olsa, sahipsiz bir deve olunur ortalıkta.
Sadece kendini kandırarak kafasını kuma sokan, hâlbuki avcıya açık hedef olan deve gibi, aklını gaflet kumuna sokan, ölümü ve âhireti düşünmeyen ve hazırlık yapmayan insanı, ölüm avcısı kafasını soktuğu yerde görür, bulur ve vurur! İki ihtimali de düşünüp, iki tarafa da bakıp, iki zahmetten de kurtulmaya çalışan bu kandırmaca düşüncenin, ebedî hayattaki mutluluğu elde etmek için ne kadar faydasız bir zan, er geç mutlaka gelecek ölüm ve ayrılıklar karşısında ne derece geçici bir çözüm ve bu hayatta gerçek mutluluğu yakalamak adına gerçeklikten ne kadar uzak ve yüzeysel bir çare olduğu, elbette açık olarak anlaşıldı.
Şimdi, bu misali benzer şekilde, “dinin getirdiği yüksek hakikatler ve yüklediği ibadet mükellefiyetiyle hiç ilgilenmemekle birlikte, görünüşte iman etmiş olmak” durumu için tatbik edelim. Nasıl ki, önceki misalimizde “şüpheli bir inkâr” söz konusuydu. Burada da aslında kesinlik içermeyen, “şüpheli bir iman”dan bahsetmek mümkündür.
Çünkü inkâr edene denildiği gibi, iman ettiğini ifade eden birine de denilse ki: “Madem iman ettiğini ifade ediyorsun. Öyleyse, bu imanının gereği ve göstergesi olarak, ibadet mükellefiyetini üzerine almalısın.” Diyecek ki: “Ben ibadetleri yapsam da, cehenneme girme ihtimalim vardır. Hem belki âhiretin olmama ihtimali de var. Böyle ihtimallerin olduğu bir durumda, lüzumsuz ve faydasız neden ibadet külfetine girişeyim?”
Hem denilse ki: “Madem günahın çok, ibadetim yok diyorsun. Hem cehenneme gireceğini, mahşerde dirileceğin zamana kadar türlü çeşit azaplar çekerek kabirde tek başına hapis hayatı yaşayacağını, hatta belki âhiretin yokluğuyla dirilmemek üzere öleceğini mümkün kılan ihtimalleri hatırına getiriyorsun. Böyle ihtimaller ve korkularla nasıl yaşarsın ve hayattan lezzet alabilirsin? Neden seni cennete götürecek meşguliyetlere hiç zaman ayırmıyorsun?”
O zaman da: “Evet, öyle demiştim. Ama Allah’ın affı pek çoktur. Cennete gitme ihtimalim ise, elbette az da olsa vardır. Hatta diyebilirim ki, ben iyi bir insanım, ne günahım var ki? Hem kimseye kötülüğüm de dokunmamış, neden cennete gitmeyeyim?” gibi sözlerle, cennetlik olabileceğine hükmederek kendini kandırmaya çalışacak.
Hâlbuki cennete girmek için gerekli yaşam tarzını üstlenmekten kaçmak için, zaten cehenneme gireceği veya âhiretin olmadığı ihtimaline sarılmak... Ve dünyadaki aldatıcı keyfini kaçırmamak için, dinin kabul etmediği fakat kendisinin gayet memnun olduğu hayat tarzını bırakmayı düşünmediği ve bundan pişman olmadığı halde, Allah’ın her şeye rağmen kendisini affedebileceği ve cennetine alabileceği ihtimaline ümit bağlamak..İşte bu, menfaat ve zararını fark edemeyen hasta bir düşünce şeklidir.
Şöyle ki: Sağlam ve kesin bir şekilde iman etmek, farz olan ibadetleri yapmak ve büyük günahları da işlememek ile, %99 ihtimalle cennete gidebileceğimiz bize vaad edilmiş. Belki %1 ihtimal ile özel bir durumda, bu şartları taşıyan birinin cenneti kaybetmesi söz konusu olabilir. Diğer taraftan, ömrü boyunca hiç imanla ilgili konuları merak etmemiş, araştırmamış ve imanın delillerini öğrenmediği için de, sağlam ve kesin bilgiye dayalı kuvvetli bir iman oluşturamamış, farz ibadetleri hiç önemsememiş ve yapmamış, günahları ise serbest işleyip hiç pişman olmamış, hatta böyle bir yaşam tarzını gayet doğru görmüş ve rahatsız olmamış bir insan, %99 ihtimalle ebedî cehenneme gidecektir.
Çünkü böyle bir iman görünüştedir ve “şüpheli bir iman”dır. Bu silik ve zayıf imanın, ölüm anında imanla gitmeye yetmemesi tehlikesi çok kuvvetlidir.
(İnşallah bir sonraki yazımızda ölümün çaresi olarak “iman kurtarmak” kavramını inceleyeceğiz.)