Bir dostum yazar, Yavuz Ekinci’nin yazdığı “Sessizlik kulesi” isimli öykü kitabını pdf formatında göndermiş, okumamı önermiş. Öykünün Yazarı bu öykü için 2008 Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü almış. Daha birçok ödülleri de var.
Sessizlik kulesi isimli bu kitabın konusu “Zerdüştlük” dininde bir ölünün başından geçenler, ölünün konduğu taş üzerinde sanki canlıymış gibi yaşadığı düşünceler. Bu ritüellerin temel elemanları olan ölü taşıyıcısının duyguları. Orada bulunan yüksek bir kule, ölüleri parçalayan kartalların konuşması ile yazarın bu öyküyü yazarken içinde yaşadığı psikolojik durumu ve düşünceleri anlatılıyor.
Her din veya inançta ölülerin dünyadan uğurlanışı farklı biçimlerde oluyor. Zerdüşlük’te ölüler, kentten uzak "dakhma" denilen ölü kulelerine bırakılır. Necis sayılan bu kuleler 4-5 metre yüksekliğinde silindirik yapılardır. Terasına çıplak biçimde yatırılan ölülerin etleri akbabalar tarafından yenilir, kemikleri güneşte kurur. Daha sonra bu kemikler kule içinde depolanır. Böylece toprağın kirletilmediğine inanılır.
Budistler ölüm gerçekleştikten sonra, ölüye en güzel elbiseleri giydirilerek yüzü yukarı yatırılır ve ölünün sadece sağ eli ve başı açıkta bırakılır. Ölünün tanıdıkları ve Budist rahipler sağ eline su serperek tanrıdan onun günahlarının affı için dualar ederler, ölünün bedeninin başucuna onun resmi konularak, evde 7 gün boyunca muhafaza edilir. Ölü evi Budist rahipler tarafından 6 akşam ziyaret edilip mumlar ve çiçeklerle donatılarak, başında dualar edilip günahlarının bağışlanması için ayinler yaparlar. Fakir insanlar ise 7 gün beklemeden 3 gün sonra da bedeni yakabilirler ama genelde 7 gün bekletirler.
Evet Zerdüştlükte ölüler kartalların parçalaması için yüksek yerlere bırakılıyor, Budistlikte ise yakılıyor. Ama bizim dinimizde ölüler yıkanıp, kefenlenip kokular sürülerek bekletilmeden defnedilir.
Risale-i Nur adı verilen eserleri yazan ve imani meseler hakkında aklın ve kalbin tatmin olacağı bir anlatım biçimi seçen Bediüzzaman bakın bu konuyu yıllar önce nasıl anlatmış:
“Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! “Her gelecek şey yakındır” sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki, yakın bir zamanda, ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, Senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kàliyle bağırarak derim:
“El-aman, el-aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!”
İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nidâ ediyorum:
“El-aman, el-aman! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halâs eyle!”
İşte, kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin af ve rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki, Senden başka melce ve mence yok.
Günahların çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahşî şeklinden ve o mekânın darlığından, bütün kuvvetimle nidâ edip diyorum:
“El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir!
İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li’l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum.
“Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi’, hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor.
Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptelâ olmuş, Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer kemâl-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır. Çünkü Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak mâbud yoktur ki ona iltica edilsin.”
“Senden başka ilâh yoktur. Sen birsin. Senin hiçbir şerikin yoktur. Dünyada son, âhirette ve kabirde ilk söz: Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur; yine şehadet ederim ki Muhammed (a.s.m.) Allah’ın Resulüdür. Amin…”(Lemalar,16.Lema)
Evet Sessizlik kulesinde veya Budist inancında bir ölünün başından geçen korkunç olaylarla Bediüzzaman’ın ölümü yakın müslüman bir insanın duygularını ve ölünce başından geçecek olayların teferrutlarını anlatış biçimi ne kadar da farklı. Bediüzzaman ölümü bile sevdirirken diğerleri korkutuyor, ürkütüyor.
Bir kez daha Müslüman olduğuma ve ölünce bu şekilde defnedileceğime şükrettim. “Elhamdü lillâhi alâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân” dedim