10 Şubat Sultan II. Abdülhamidin ölüm yıldönümüydü (1918)... Kendimizle boğuşmaktan onu anmaya fırsat bulamadık.
Nazarımda o ifrat ile tefrit arasında kalmış, talihsiz bir Padişahtır: Bir taraf ona Ulu Hakan derken bir taraf Kızıl Sultan demiş, Diktatör Padişah, Şefkatli Sultan, Cennetmekân, Katil Han gibi zıtlarla tanımlanmıştır.
Yeryüzünde bu kadar uç, birbirine bu kadar zıt ifadelerle anılan başka bir hükümdar var mı, bilmiyorum.
Sağcımız-solcumuz, dindarımız-laikimizle Sultan Abdülhamidi kendi gerçeğinden koparıp aslında hem ona, ham da tarihe zulmediyoruz.
Öncelikle kabul etmek gerekir ki, o bir hükümdar. Yani bir siyaset adamı... Siyaset adamlarını dini yahut ideolojik yaklaşımlarla çözmeye çalışmak, doğru değil.
Ama bunu yapmayı biz çok seviyoruz. Bir taraf, bir siyaset adamını velayet makamına oturtup, her türlü yanlıştan tenzih (lütfen sözlüğe bakın) ederek, Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han Hazretleri derken, öbür taraf müthiş bir kin tufanı halinde esiyor: Ceberrut Han, Kızıl Sultan, Abdülhamid...
Tarihi gerçekler bu iki zıt kutup arasındaki çekişmelerde ziyan olup gidiyor.
Oysa Sultan II. Abdülhamidi çözmeden Filistini çözmek, onu kavramadan ötekini kavramak imkânsız! Çünkü gerek Filistinde, gerekse Irakta, zaman zaman vahşet ve dehşet operasyonlarına sahne olan toprakların büyük bir bölümü Sultan II. Abdülhamidin tapulu malıydı (Sonradan hazineye devretti). Filistinlilerin Yahudilere toprak sattığını görünce Yahudilere toprak satılmaması konusunda önce bir ferman yayınlamış, bunun yetmediğini görünce de toprakların önemli bir bölümünü üzerine geçirmişti (Filistini Araplar Yahudilere sattı derler ya, gerçek böyle değil. Yahudilere para karşılığı intikal eden toprakların tamamı, Filistinin tamamının sadece binde 9udur. Yani devede kulak bile değildir).
Yani Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı asırlarında Kavm-i Necip denilen Arap kardeşlerini satmamış, kendi zararına olacağını bile bile sahip çıkmıştır (Şimdi onlar birbirlerini satıyor).
Ancak o indirilip iktidar İttihad ve Terakki cuntacılarının acemi ellerine geçince, Anadolu tepeden tırnağa kadar sarsılmış, Balkanlar ve Ortadoğu ise yitip gitmiştir.
Osmanlı Meclis-i Mebusanında Yahudilerin temsilcisi olarak bulunan ve Osmanlının köklerini yolmakla meşgul olan Emanuel Karasso, İttihatçıların önderlerini İspanyol Mason Locasına kaydettirip Mason yapmış, böylece Osmanlı yönetimi farkında olmadan Masonların kontrolüne geçmiştir.
Şunu söyleyebiliriz ki, Sultan Abdülhamidden sonra gelişen hızlı çöküş, İttihad-Terakkinin gafleti ile azınlıkların ihaneti sonucunda gerçekleşmiştir.
Bu gelişmelerden de anlaşılacağı gibi, Sultan II. Abdülhamid, bize öğretilenin aksine, son derece ileri görüşlü, başarılı ve vatansever bir padişahtı... Tarih boyunca her türlü çıkar çatışmasının odağını teşkil eden Ortadoğuyu tam otuz üç sene sulh ve sükûn içinde yönetme mahareti, bize bunu söylüyor.
Zaten bu yüzden, Filistin üstüne dini, milli ve ekonomik ütopyaları olan Yahudilerle Büyük Ermenistan rüyası gören Ermenilerin ve onlara yandaş Batılı devletlerin hışmına uğradı: Ona Kan emici anlamında Kızıl Sultan dediler.
Halbuki o, şartlar gereği müstebit (lütfen sözlüğe bakın), ama müşfikti. Otuz üç sene süren padişahlığı şefkatinin delili olarak tarihin tescili altındadır. Ki, otuz üç senede sadece üç dört adî suçlunun idam cezasını tasdik etmiş, kendisini öldürmek için arabasına bomba koyan Ermeni suikastçılar dâhil, şahsına karşı cürüm işleyen suçluları dahi affetmiştir.
Mithat Paşa, Yıldız Mahkemesinde Sultan Reşadı katletme (intihar süsü verilip geçiştirilen cinayet) suçundan idama mahkûm edilmişken ve başta Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa olmak üzere, pek çok devlet ileri geleni bu hükmün infazını Padişahtan rica etmişken, o sadece Taife sürmekle yetinmişti.
Sultan Abdülhamide Kızıl Sultan denmesinin sebepleri çok sorulduğu için, yarın konuyu biraz geniş tutmak istiyorum.
Vakit