Ömer Özcan bir biyografi yazarı, aynı zamanda bir eserin Anadolu’da yayılış tarihinin, neşir tarihinin takipçisi, başka bir yönden bir büyük adamın davasını ülkesinin sathına yaymasında ona güç veren insanlarla birlikte bir anonim mücadelenin vakanüvisti. Vakanüvis Osmanlıda tarihçi demek. Nüvis yazan vaka ise olay demek. Vakanüvis olay yazan demek anlamına geliyor. Bizde telgraf ilk icad edildiğinde ona Osmanlı aydını durnuvis demiş yani uzak yazan. Telgraftan daha mantıklı bir isim vermişler. Ömer Özcan bu gerçek hikayelerin gözlemlerini bir romancı hassasiyetiyle toparlamaya gayret ediyor.
Bediüzzaman ve geliştirdiği hareket o kadar farklı perspektiflere açık ki nereden baksanız kudsiyetin altın yaldızı orada okunuyor ve parlıyor. Dünyanın büyük romancıları da Ömer Özcan gibi yapmışlar. Zola dünya romanının dev ve dâhilerinden. Paris banliyosundaki tren rezaletlerini anlatmak için altı ay trenlerde gidip gelmek üzere demiryolları idaresinden izin almış ve Pot Boille isimli romanını yani hayvanlaşan insanlık isimli eserini yazmış. Pek beğenilmez bir romancıdır ama yaptığı çok sanatkarane bir iştir. Bediüzzaman velveleli, tantanalı, haşmetli, azametli, yürek burkucu, kahramanca, hayret verici, parmak ısırtıcı, sabırşiken, mukaddes ne söylesen ifadenin aciz kaldığı hayatını nazara vermemiş. O kadar özet konuşmuş ki adeta hülasatül hülasa neviinden. bir Hayy ismini insanlığa açan o mukaddes eserinde o kadar güçlü bir icmal ile çalışmış ki insan zihni bu kadar büyük bir sıkıştırmayı özeti nasıl yapar? Tabii benim gibi bir zekaya bu çok zor bir iş ama Bediüzzaman’ın gözlemlere dayanan bu ve benzeri eserleri, yılların gözlemleri ile yapılmış ve bir gün yazılmış. O eseri yazdığında altmış yaşında. Yıl 1935. Yer Eskişehir hapishanesi.
Bana kızmak yok, en üzüldüğüm şey o kadar büyük bir adam ve büyük bir mücadele var orta yerde, ama farkında olduğunu farkeden ama farketmezler türü bir hayat içinde yaşayan insanlarla yaşamak. Ömer Özcan’ın bu canlı eserinde o kadar farklı malzeme var ki edebiyat ve sanatın hazine parçaları dolu bu eserler. İnsanlar roman ve tiyatro konusu, hatta bazıları trajedi olacak büyüklükte. Mesela bir Atıf Ural ismi anılınca insanın ayağa kalkacağı bir büyük insan. Ali Emiri Efendi Osmanlı Padişahlarının adı anılınca ayağa kalkar tekrar otururmuş. Ne ruh, ne hassasiyet? Ezan okunurken elinde sigarasını tüttüren, işine devam eden insanlar hayret etsen ne yazar? Allah bu insanları görüyor yine de onların rızıklarını veriyor.
Atıf Ural bu dehre, bu çile dolu şehri velveledara 1933’de gelmiş. “İşim var arkadaşlar gideceğim” der gibi geometrik bir hesapla otuz üçte doğmuş, altmış altıda tam otuz üç yıl sonra geri dönmüş altın maveraya gitmiş. Fatih’in İstanbul’a girdiğini gösteren bir azametli resim vardır, atının sırtında. O zaman başında bir kıl olaydım da o ana şahit olaydım. Bir sofu “gururlanma padişahım bizim duamızla oldu” demiş. Padişahı bimisal “tamam sofu baba ama bu kılıcın da hakkını unutma” demiş. “Yarın meydanı haşirde Fatihle birlikte yürümeye layık bir adam. Bize o sahneyi görme fırsatı ver Allah’ım. Ömer Özcan anlatıyor: ”Otuz üç senelik kısa ömründe çok büyük, çok şerefli, unutulmaz tarihi hizmetleri sığdıran efsanevi bir kahramandır o. Çünkü o Bediüzzaman’ın talimatıyla Risale-i Nur’ları ilk defa matbaada tabettiren, bastıran ağabeyimizdir. Hukuk Fakültesini hizmet için on yılda bitirmiştir. Allah, Ceylan Abi ile Atıf Ural Ağabeyi hayatın çirkefine girmemeleri için yanına almış. Manen ”sizi dünyaya bırakmayacağım“ demiş ve almış.
Hassasiyet psikanalistlere göre dehaların özelliği. Bir Hadis için Buhara’ya kadar gidip hadisin hamili olan adamı beğenmeyip geri dönen adam. Hassasiyete bak. Çocukların kaplumbağaya zulmettiğini gören Bediüzzaman “çocuklar bırakın o canlıyı“ demiş ayrıldıktan sonra anlamış ki yine rahatsız ediyorlar. Talebesine “git o canlıyı onların elinden kurtar“ demiş. Tahtakurularını öldürmez camdan dışarı atarmış Atıf Ural, kardeşi bir sineği öldürdü diye onunla üç gün konuşmamış. Türkçe’de “dünya yansa bir horum otu yanmaz“ derler ya. Necip Fazıl “Yanmaz da yürekler güneşe atsan bir kibrit bir orman yakar başıboş” demiş. Onun başıboş şiiri vurdumduymazlığın protestosudur.
Vatanımda sular akar başıboş
Herkes birbirini kakar başıboş
Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar
Yafta yazar isim takar başıboş
Bozkırlardan topal bir tren geçer
Öküz merkep insan bakar başıboş
Allah’ım sen acı bu saf millete
Akşam yatar sabah kalkar başıboş.
Ali Ulvi Kurucu onun için “O arslan genç“ der.
Avukat Gültekin Abi “ona hayrandım” der
Hasan Okur “o hakikaten bir cevherdi” der
Nusret Kocabaş ”ben onu nasıl tarif edeyim“ der.
Kırkıncı Hoca Hazretleri “arkasında namaza durduğumda dünyalar benim olurdu“ diyor.
Said Özdemir ”çok fedakar, çok şevkliydi“ der.
Mehmet Eygi ”Muhlis ve Fedakar“ der.
Ünlü Şair Sezai karakoç “ipekten yumuşaktı“ der.
Ömer Özcan, baba kızın yattığı kabre torunu ile gider, eşdeğer ziyaret yapar. İki kızıyla çektirdiği fotoğraf burca bayrağı diken Ulubatlının duruşu gibi. Azrail o kadar çabuk gelir ve götürür ki hayret etmemek mümkün değil.
Kabrine Tahiri Mutlu Ağabey indirir. Ebediyat okyanusuna bir gemi kaldırılır.
Bir gün demir almak günü gelirse zamandan
Maluma giden bir gemi kalkar bu limandan.
Ömer Özcan’ın kitaplarından bahsedecektim. Bir hazine buldum, Allah ömür verirse bu kahramanlar kervanının altın parçalarını işlemeye çalışacağım. Bilgiler sayın saygıdeğer Ömer Özcan’ın kitabından alınmıştır.