Hekimoğlu İsmail (Ömer Okçu) ağabeyle karşılaşmayalı, bir vesileyle kendisini ziyaret edip sohbet etmeyeli yıllar olmuştu... Vefãsızlık, ihmalkârlık ve tembelliğimden başka hiçbir sebebi olmayan bu temassız yılları sîmãsına o kadar çok yakışan sıcak tebessümü eşliğinde özetleyen tek kelime ile karşılamıştı:
“Döndün mü?”
“Dönmeye çalışıyorum, Ömer abi!” diye cevapladım, mahcubiyetle...
Yazı ve düşünce dünyasından kopuşumu kastediyordu. Orada bırakacak sanıyordum ama devam etti:
“Tavşancıl’da bildiğin küçük evi yaptırmış, etrafını meyva ağaçları ile doldurmuştum. Her fırsatta Tavşancıl’a gitmek, bahçe ile meşgul olmaktan derin bir sürur ve keyif duyuyordum. Yılların koşuşturma ve yorgunluğuna açtığım bir pencere idi, nefes aldığım bir pencere... Öyle sanıyordum... Birgün bahçe ile meşgul iken birden bir ses duyar gibi oldum ve ürperdim, titremeler geçirdim. Ses, ‘Ne yapıyorsun Ömer? Şimdi etrafında olması gerekenler bu meyva ağaçları mı olmalı? İmana susamış gençleri kime bıraktın? Ne yapıyorsun Ömer?’ diyordu. Göğüs kafesime bir bıçak saplanmış gibi, dehşete kapıldım. Ve ürpertiler içinde tevbe-i istiğfar edip, ‘Ya Rabb! Bu ağır gafletten dolayı beni affet... Bir daha asla böylesi bir günahı işlemeyecek, böylesi bir gaflete düşmeyeceğim.’ deyip kaçarcasına Tavşancıl’dan ayrıldım. Ama tevbemin kabul olmadığını, bu gafletin bedelini ödeyeceğimi biliyordum. Kısa bir süre sonra vücudumun yarısını götüren bu hastalığı verdi. Ta ki bahçelere gitmeyeyim, ta ki nefsî mãlãyãniyãt ve zevkler peşinde koşmayayım, ta ki bütün vaktimi hizmete verebileyim.”
Soğuk terler dökmeye başlamıştım, utancımdan yüzümün kızardığını hissediyordum. Ama korkmuyordum, zirâ büyüklere gelen küçük hataların bu ağır bedellerinin küçüklere gelmediğini çok yerde okumuştum. Buna rağmen kayıp yılların dehşeti altında eziliyordum.
“Dua ediniz Ömer abi, dönmek istiyorum.” demekle iktifã ettim...
Güzel insan, sevgili hemşehrim ve daha orta okul sıralarından neredeyse kırk yıllık arkadaşım Nevzat Bayhan’ın sevk ve idaresindeki İstanbul Kültür A.Ş. tarafından tertiplenen vefã gecesinde hülâsa ile naklettiğim bu hatıra bile Hekimoğlu İsmail’in yüksek ruh ve faziletinin keyfiyet derecesini idrãk için kâfidir. Birlikte bilfiil çalıştığımız bir kaç yıl ve sair vesilelerin dağarcığımda biriktirdiklerini bütünüyle nakletmeye kitap ebadında emek ve gayret ister.
Ömer Okçu’yu en kestirme ve tereddütsüz ifãde etmenin yolu büyük bir dãvã adamı olduğunu haykırmaktır. Ayaklarının değil, kafasının üstünde yaşayan bu büyük insanı tanımak ve birlikte çalışmak, fakir için bahtiyarlıktı. Vefã gecesinde o dost ve ışıltılı gözlerinin içine baka baka birşeyler söylemeyi çok istemiştim. Ama tevazu ve mahviyetkârlığıyla bu asrın insanına asla benzemeyen Ömer abiyi kader, hakkında söylenen onca güzel sözün yükü altında ezdirmemek için önünü kesip toplantıya gelmesini engellemişti. Doktor’u bağırsaklarında nükseden bir rahatsızlık sebebiyle kendisini müşãhede altına almış ve toplantıya iştirak etmesine müsaade etmemişti.
Başarılı geçtiğini öğrendiğimiz ağır bir ameliyatın ardından hizmetlerine devam etmek için dua beklediğini biliyorum. Rabb’im bu güzel insanı hizmetlerinin devamı için şifa ile taltif eder inşaallâh.
Hekimoğlu İsmail, samimiyet ve gayretin makbuliyeti için kesin hüccettir. Elindeki bütün malzeme ve imkânların Okçu için tek değeri var: Dâvâsına hizmet ãleti olmaları. Romanı da, makaleyi de, şiiri de basit bir malzeme gibi kullanır... Hızını alamadığı, hizmet coşkusunun baharın çağlayanları gibi gönlünü şahlandırdığı vakitlerde malzemeyi de bir kenara bırakıp doğrudan inançlarını haykırmaya başlar. Onun için edebiyat ve tenkid dünyasının ölçüleriyle tartılamaz. Onun için münekkidler 74 baskı yapan Minyeli Abdullah’ın ne olduğuna bir türlü karar veremezler...
Ve benim tanıdığım Hekimoğlu İsmail’in takdire şãyãn asıl vasfı, bu zamanın en dehşetli hastalıklarından olan düşünce ile amel arasındaki derin farklıliğa asla düçãr olmayışıdır. Sahnede parlak yıldızların ışıltılarıyla karşımıza çıkanların çoğunu, sahne gerisinde makyajları dökülmüş cüzzamlı suratlarıyla görmekten yorulduk. İnandıklarını yaşamayan, amelsiz bilgi hamalları arasında Hekimoğlu İsmail bir kutup yıldızı ışıltısına sahib, gerçek bir rehber, gerçek bir nümune-i imtisãldır. Onun asıl büyüklüğü de bu tereddütsüz mü’minliğinde yatıyor. Ömer Okçu, bütün yüksek vasıflarını gölgede bırakacak kadar mü’min insandır.
Birgün bir konferansa giderken kendisine arkadaşlık etmiştim... Laf arasında bir çok hatibin, dinleyicilerin azlığından şikâyetçi olduklarını, bazılarının konuşmaktan bile vaz geçtiklerini söylediğimde, “Ben Allah rızası için gidiyorum... Dinleyicim bir kişi de olsa bin kişi de olsa aynı şeyleri söylüyorum; konuşan için bir ile binin farkı yok. Yeter ki beni oraya götüren saik Allah rızası olsun.” dedi.
Tevazuu ile beni mahcub etmişti... Dilerim, biran önce bıraktığı yerden devamına kaderden fetva çıkar. Zirã Hekimoğlu İsmail gibilere sık rastlanmıyor. Cemiyetin, ãti nesillerinin ona çok ihtiyacı var. Şifalar diliyorum.