Bu sene de Pazar günü anneler günü kutlanacak neşe ve sevinç içinde... Bu sene de anneler sevindirilecek, hediyeler alınacak onlara paket paket... Bu sene de annelerin eli öpülecek, yanaklarına öpücükler kondurulacak coşkunluk içinde...
Bu sene de anneler mutlu olacaklar, çocuklarının mürüvvetlerini görecekler gün boyu doya doya...
Mardin'in Bilge Köyü'nün anneleri nasıl mutlu olacak, neye mutlu olacak, onları kim mutlu edecek, kimler mutlu edecek?
Mutluluk kelimesi bu can, can içi anneler için nasıl bir anlam taşıyacak? Kaç ay, kaç yıl sonra mutluluk uğrayacak köylerine, evlerine, gönüllerine...
Babasını, eşini, oğlunu, kızını, gelinini, torununu kaybeden anneler, bağrı yanık, içi kavrulan, kalbi dağlanan, ruhu parçalanan gözü yaşlı annelere mutluluk türküsü söyleyecekler çıkacak mı?
Başında beyaz/al/mavi yazması, yüzünde secde izi, duruşunda tevekkül sessizliği, bakışlarında donuk çizgiler, elleri boşlukta, başı semaya kalkmış, feryat eden, çığlıkları bulutlara karışan, yanık sesleri yürekleri dağlayan şefkat çağlayanı anneler mutluluk kelimesini ne zaman anlayacak, ne zaman yaşayacaklar, nasıl tadacaklar bir daha...
Mezarı kucaklayıp inleyerek ağıt yakan, toprağa abanıp gözyaşlarını pınara çeviren, ne yapacağının şaşkınlığı içinde yürekleri kanatan, o Cennet hatunu anneleri kimler teselli edecek, kimler evlat acılarını dindirecek, kimler baba hasretini giderecek, evlat sızısını kesecek?
Hz. Peygamber Uhud savaşı sonrası sevgili amcası Hz. Hamza'nın parçalanan, lime lime doğranan cesedi karşısında şaşkınlık içinde iken yanında halası Hz. Safiyye'yi bulur. "Safiyye, gel!" der, "herkes kendi şehidine ağlıyor, biz de Hamza'ya birlikte ağlayalım." Cennet billurundan Kevser damlacıkları karışır Uhud'un sıcak kumlarına...
***
Aslında ağlayacak olan Bilge Köyü'nün anneleri değil, ağlayacak olan bizleriz. Bizler yazarı, çizeri, aydını, gazetecisi, muhabiri ve operatörüyle bizler, olay üzerine haber yapan, yazı yazan ilim, irfan, akıl, iman ve vicdan sahibi bizler...
Demek, anlatamadık, yazamadık, dile getiremedik, duyuramadık, seslenemedik vicdanlara, kalemlerimiz çığlık atmadı, kan dökülmeden mürekkep akıtmadı yeterince. Yaza yaza mürekkep kalmamalıydı kalemlerimizde, aşınmalıydı tuşlarımız, eskimeliydi klavyemiz...
O annelerin yerine bizler feryat etmeliydik, bizler toprağı avuçlamalıydık, çığlık çığlığa bağırmalıydık: "Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, bu yolun sonu nereye varıyor?" diye bas bas bağırmalıydık
O masum, o sessiz, o çaresiz ve eli kolu bağlı anneler bu hale düşmemeliydi, ekranların karşısında bizi koltuklara yığıp bırakmamalıydı.
***
Vicdan yoksunu, iman ve iz'an mahrumu, insanlıktan ve şefkatten büsbütün uzak o caniler, o katiller böyle bir cinayeti zihinlerinden bile geçirmemeliydiler?
Gazetelerimizde, köşelerimizde, manşetlerimizde, yazdığımız haberlerin spotlarında, seçtiğimiz resimlerde hep insanlığı işlemeliydik, hem merhameti, şefkati anlatmalıydık, Allah sevgisini duyurmalıydık, Sevgi Peygamberinin mesajını ulaştırmalıydık o çoraklaşmış kalplere...
Henüz vakit geçmedi, artık anneler ağlamasın, inlemesin, babaların bağrı dağlanmasın, çocuklar yetimliği yaşamasın, köyler ıssız ve insansız kalmasın!
Bugün