Kainat Efendisi’nin (asm) değerini bilmeyenlere, Arap şair ne güzel cevap vermiş:
“Taş taştır; kaya parçası da taştır, elmas da…
Muhammed (asm) ile diğer insanlar arasındaki fark ise,
Kaya parçası ile elmas mesabesindedir.”
Bir diğer mütefekkir ise, “Ben sözlerimle Muhammed’i (asm) güzelleştirmiyorum. Belki sözlerimi O’nunla (asm) güzelleştiriyorum” diye ifade eder düşüncesini. Bunu kaydeden Bediüzzaman da, “Evet, şu söz güzeldir. Fakat onu güzelleştiren, güzellerin güzeli olan evsaf-ı Muhammediyedir” der, Ondokuzuncu Söz’ün başında..
***
Kainatın Efendisi Hazreti Muhammed’in (asm) hakikatı, alemin varlığı, insanın yaratılma sebebi ve akibeti ile alakalıdır. Bu sebeple, Hakikat-ı Muhammediye(asm) her şeyin üstündedir.
Asrın alimi Bediüzzaman Said Nursi, Kainat Efendisi’ni (asm) anlatırken bedii bir uslüp kullanır. Bazılarının hakikatını anlayamadığı için reddetmeye kalkıştığı “Sen olmasaydın Kainatı yaratmazdım” Hadis-i Kudsisi’ni Bediüzzaman enfes biçimde şerh etmektedir.
Peygamber Efendimizi (asm) yaratılış ağacının meyvesi olarak tarif eden Üstad, Efendimiz ve davası olmazsa insanlık aleminin ve kainatın var olmasının anlamının olmayacağını dile getirir.
"Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nûr-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir: Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur, onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur."
Bundan dolayıdır ki, dünyanın yıkılışı da Peygamber Efendimiz’e (asm) tabi müminler kalmadıktan sonra vuku bulacaktır.
“Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye’nin (asm) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur'ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.”
***
O’nu (asm) görmezden gelenlere davasına düşman duranlara da meydan okur Bediüzzaman. “Varis-i Peygamber” olmanın mesuliyetiyle konuşmaktadır.
“Gel” der, “haydi” der”, “gözlerine sokuyoruz” der ve en küçük itiraza dahi imkan bırakmaz.
Malum adamın sarfettiği, “Arap oğlunun yavelerini deveye bindirip Arabistan’a geri göndereceğiz” mealindeki sözüne karşın Ondokuzuncu Söz’de, On dört reşha ile “Muhammed-i Arabi”nin, hakkaniyetini, faziletini, ben-i ademe getirdiği nuru anlatan Bediüzzaman, çarpıcı misaller verir.
O’nun 23 sene gibi kısa bir zamanda en inatçı en bedevi kavmi nasıl beşere muallim ve üstad olacak hale getirdiğine işaret eden Said Nursi, şunları söyler:
“Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde, büyük bir hâkim, büyük bir himmetle, ancak daimî kaldırabilir. Halbuki, bak: Bu zat, büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıp, büyük kavimlerden, zahirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref edip, yerlerine öyle secâyâ-yı âliyeyi ki dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak vaz ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok harika icraatı yapıyor.
İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere, Ceziretü'l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi, yüzer filozofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar! O zâtın o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?”
Evet, hakikatın mübalağaya ihtiyacı yok.
Bu açık sade haliyle güneş gibi her tarafı aydınlatıyor bu hakikat.
***
Ondokuzuncu Mektup’ta ise, Peygamber Efendimiz’in (asm) mucizelerinden önemli kısımlarını kaydetmektedir. Bunu yaparken hem kaynak bilgisi verir, hem de o mucizenin mana ve hikmetini izah eder. Mesela, mübarek eli ile alakalı mucizelerin ardından şu hakikati der vermektedir asrın insanına:
“Evet sâbıkan bahsi geçmiş: Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi (Vema remeyte iz remeyte) sırrıyla aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde onları inhizama sevketmesi; (Ven şekel kamer) nassı ile aynı avucunun parmağıyla Kamer'i iki parça etmesi; ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi; ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması, elbette o mübarek el, ne kadar hârika bir mu'cize-i kudret-i İlâhiye olduğunu gösterir. Güya ahbab içinde o elin avucu küçük bir zikirhane-i Sübhanîdir ki, küçücük taşlar dahi içine girse, zikir ve tesbih ederler. Ve a'daya karşı küçücük bir cephane-i Rabbanîdir ki; içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur. Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir eczahane-i Rahmanîdir ki, hangi derde temas etse derman olur. Ve celâl ile kalktığı vakit, Kamer'i parçalayıp Kab-ı Kavseyn şeklini verir; ve cemâl ile döndüğü vakit, âb-ı kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet hükmüne girer. Acaba böyle bir zâtın bir tek eli, böyle acib mu'cizata mazhar ve medar olsa; o zâtın Hâlık-ı Kâinat yanında ne kadar makbul olduğu ve davasında ne kadar sâdık bulunduğu ve o el ile biat edenler, ne kadar bahtiyar olacakları, bedahet derecesinde anlaşılmaz mı?..”
***
Bu gece o büyük insanın dünyaya teşrifinin yıldönümü…
İnsanlığı karanlıktan, cehaletten yokluk çukurlarından, hidayete, saadete, ebedi cennete çıkaran Peygamberimizin (asm) doğum günüdür bugün.
Bu gece İslam alemi yine onu selatla selamla ve kıraatlerle anacak. Onu gönderen Sultan-ı Kainat’a (cc), ellerini açacak.
Mevlid Kandilinizi tebrik eder, O Zat (asm) hürmetine, size, ailenize, ülkemize, İslam alemine ve insanlığa hayırlar niyaz ederim.