Sosyal olaylarda sağlıklı değerlendirmelerde bulunmak için, kişilerin yaşadığı durumu nasıl ifade ettiklerine bakmak lazım.
Sizin için sıradan olan bir olay, başkası için en büyük sancı olabilir.
Sizin azap gördüğünüz halet de başka birisi için “özgürlük”, “özgünlük” yada “doğallık” olarak algılanabilir.
Bu nedenle dava adamlarının en önemli muvaffakiyeti, muhatabının fehmine göre konuşmaktan geçiyor.
Sizi dinlemek istemeyen insana aktardığınız her kelime işkence oku niteliğindedir.
Meşhur bir sözdür:
Hiç kimse dinlemek istemeyen kadar sağır olamaz…
Dahası:
Ne anlatırsanız anlatın…
Ne kadar ikna edici olursanız olun…
Muhatabın idraki, algı düzeni, heyecanı, ilgisi, bakışı sizin cazibe alanınıza girmiyorsa boşa vakit geçiriyorsunuz.
***
Bediüzzaman Said Nursi, telif ettiği Risale-i Nur Külliyatı’nda işte bu özelliğiyle göze çarpar.
Üstadın bu kadar cazibe merkezine oturmasında en önemli hususiyet de bu olsa gerekir.
Mesela, Bediüzzaman, asrımızda dine gelen hücümların fen ve felsefe kanalıyla geldiğini ifade ediyor değil mi?..
Dikkat edin, eserlerinde fen bilgileriyle, sembolleriyle kavramlarıyla konuşuyor.
Kainatı, yaratılışı, maddeyi insan anatomisini, radyoyu, telgrafı ve bunun gibi komu ve kavramları kullanmaktadır.
Felsefe, soru sorar değil mi?..
Bediüzzaman da bu idrake uygun olarak, soru sorar ve cevaplar verir.
İnsanın, “Ben neyim, nerden geliyorum ve nereye gidiyorum” sorularını hatırlatır. Hayat, yaratılış ve kainat esrarını gündeme getirir.
Bediüzzaman soru soranı azarlamaz…
Akla gelen ama kimsenin telaffuz etmeye cesaret edemediği soruları da dillendirir ve bu çerçevede mukni izahatlarda bulunur.
Sadece, malumat vermez verdiği cevaplarda.
Akla, ruha, vicdana, kalbe ve diğer cihetlere de hitap eden “esas”lar, “nükte”ler ve “veche”ler sıralar.
“Şeytandan istiaze” bahsinde şeytanı konuşturur.
Nefsin tüm şekva ve itirazlarına yer verir.
Gafil kafanın his ve galatlarına sabırla kulak verir.
Ehli dalaletin itirazlarına söz hakkı verir.
Bütün bunları eserlerinde sansürsüzce neşreder.
Ve daha sonra başlar, konuşmaya…
Empati, özgüven, cesaret, inanmışlık, meydan okuma…
Bunu hangi kelimelerle sınırlandırabiliriz ki…
***
Hayatına baktığımızda onun, konuşmaktan, meramını dile getirmekten, uyarmaktan, tehlikeyi göstermekten hiçbir zaman zafiyet göstermediğini de görürüz.
Bunu yaparken de muhatabın hususi dünyasıyla konuşur.
Mesela, CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı mektupta, parti kurmaylarının, zaaflarına parmak basmaktadır.
Partinin çöküşe geçtiğini onlar da görmekte ve endişe etmektedirler.
milleti idare etme güçlükleri ve parti içindeki güç kavgaları parti yöneticilerini kaygılandırmaktadır.
Malum mektupta bu meyanda son ikazda bulunmaktadır.
“Rejimi tamir” vazifesini hatırlatır aksi halde olacakların işaretlerini sıralar.
Peki, CHP, bu mektuptan hiç mi etkilenmez?..
O tarihlerdeki gelişmelere bakacak olursak bir hayli etkilemiştir bu mektup.
CHP, muhafazakar isimleri öne çıkararak ve imam hatip, ilahiyat mekteplerinin açılması gibi birtakım gelişmelere imza atar.
İsmet Paşa’ya “Allah”lı cümleler de kullandırmak isterler ama, bu “Allahaısmarladık” dan öteye geçemez.
Ama, kırk yıllık CHP’nin bu değişimi, çelişkili ve kısa süreli olacaktır. Partideki, hakim ruh, eski tarz özelliklere hemen dönecektir.
İşte bu nedenle:
“Bu millet, kendi hür iradesiyle bu partiyi bir daha tek başına iktidara getirmeyecektir…”
***
Her neyse, konumuz CHP değildi; örnek olsun diye kaydettik.
Başbakan, “Bitlisli Said Nursi’siz Türkiye’nin maneviyatı eksik kalır” dediydi ya…
Sadece maneviyatı eksik kalmaz…
Nuru eksik kalır…
Ruhu eksik kalır…
Aklı eksik kalır…
Vicdanı eksik kalır…
Huzuru eksik kalır…
Sezgisi eksik kalır…
Neler eksik kalır neler…
Mesele, inadı ve yobazlığı bırakıp, onun eserlerini doğru okuyup, anlamaktır.
Onu dinlememek, eksiklik değil mi?
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.