Prof. Dr. Servet Armağan, “Bir Zamanlar Rektördüm” isimli hatıratında hocası Ord. Prod. Dr. Ali Fuad Başgil’le ilgili yazısının bir yerinde şunları söylüyor:
“Ali Fuad Başgil’in memleket meselelerine gösterdiği hassasiyet takdire şayan bir özellik taşımaktadır.
Aramızda değerli insan Mustafa Sungur’un da bulunduğu 20 kişilik bir grupla kendisini ziyaret ettiğimizde (1958-59) Risale-i Nur’dan bahsetmiştik. Sungur Ağabey kendisine Üstad’ın selamını söylemiş ve ‘Hüve Nüktesi’ni okumuştu. Hoca’ya Hüve Nüktesi’ni İngilizceye çevirmek istediğimizi söylediğimizde, yazının mükemmel bir biçimde kaleme alındığını ve tercüme edilirse etkisini kaybedeceğini söyledi.
Arkasından İslami esasları, belli prensipler etrafında toplayıp okuyucusuna sunan Bediüzzaman’da, İbn-i Rüşd’ün metodunu gördüğünü söyledi. Kendisi de Üstad’a selamlarını iletmemizi istedi.”
Samimi dindarlık, sahibini aynı zamanda cesur insan haline de getirir. Başgil’in önemli bir özelliği de işte bu cesaretiydi. O, sadece Yassıada’da şahitlik yaparken uyduruk mahkemenin başkanı Salim Başol’a gerçekleri haykırmaktan çekinmediği gibi, daha sonraki yıllarda da yayımladığı bir çok makale ile dini ve dindarları savunmayı sürdürdü. 27 Temmuz 1966 tarihli Yeni İstiklal gazetesinin birinci sayfasında “Ord. Prof. Başgil Sorumluları İkaz Ediyor – Nurculuk Suç Değildir” başlığıyla yer alan haber dikkatle okunursa merhumun hem cesareti, hem “salâbet-i diniyye”si daha iyi anlaşılır.