Balyoz Darbe Plânı’nın kopardğı cehennemi gürültü artan bir şiddetle devam ediyor... Senaryonun detayları amme efkârına tosladıkça, vicdanların feryadı muhtelif ızdırablarla şahlanıyor. Kimi, “Millete bu düşmanlık yapılır mı, bu kadar alçaklık olur mu?” deyip plânlayıcıları hedef alırken, ordu çevreleri, “Hiç ordu milletin ibadethânesini bombalar mı? Ne biçim iftiradır bu?” diye feryad ediyor.
Bütün bu hercümercin arenasında dikkati mucib hayatî nokta Genelkurmay ve ordu çevrelerinin ordunun din düşmanı olmadığı, “gavur ordusu” olmadığı noktasından müdafaya geçmiş olması. “Değiliz, gavur ordusu değiliz! Din düşmanı değiliz!” diyorlar.
Bu avaz avaza müdafaayı tetikleyen aslî unsur, Balyoz plânında câmilerin bombalanacağına dair kayıtlar ve dinî motifler kullanılarak yapılan isimlendirmeler: Çarşaf, sakal gibi... İddianın bu kadar kuvvetli bir tepki ile karşılanmasının sebepleri daha köklü, sadece câmi bombalama senaryosuna dayanmıyor.
Evet, orduya belki dinsiz demek kabil değil... Ama, dindar bir ordu, demek de... İkincisini söylemek çok daha zor, çok daha imkânsız... Tezâdın kaynağı Kemalist düşünce... Kemâlizmi bütünüyle korumak arzu ve kararlılığıyla hareket eden ordu, ister istemez kendisini dinin karşısında bir yerde buluyor... Dini red ve târihi tahrib mantığı üzerine inşa edilen inkılâblardan devşirilme Kemalist ideolojinin dinle barışık olmadığı bedihî hakikat...
Ordu, bütünüyle milletin dininin karşısında duramayacağını anladığı günden beri, târifi kendisine ait bir din ve dindarlığı telkin etmeye çalışıyor: Vicdanlara hapsedilmiş, kul ile Allah arasında tabir ettikleri bir safsataya sığdırılmış, içtimâî hiç bir fonksiyonu olmayan ve hiç bir tezahürüne göz yumulmayan bir fakir fukara inancı...
Namaz kılmakta ısrar eden subay ve assubayları iğrenç ve murdar bir leş misâli bir çöplüğe atar gibi kışlanın dışına fırlatan ordu, bütün darbe, muhtıra ve teşebbüsleri de zihninin eseri, hakikatla hiçbir alâkası olmayan mevhum bir irtica tehlikesine istinadla gerçekleştirdi. Dinin en basit bir tezâhürü olan başörtüsüne karşı takındığı hasmane tavrın adına dindarlık mı dememiz gerekiyordu? Namaz kıldığı için hayatları söndürülen subay ve assubayların trajedisini dindarlık olarak yaftalayabilir misiniz? Vicdan ve iz’an bu kadar sukut eder mi?
Bir başka çıldırtıcı itiraz, bu ordu asla darbe yapmaz!.. Ciddi misiniz? Hakikaten milletin inanmasını da bekliyor musunuz? Bu ordu hiç darbe yapmadı, milleti postal ve dipçiklerin altında inim inim inletmedi, işkence ve zulümlerle memleketi cehenneme çevirmedi de iftira mı atıyoruz? Yakın geçmişi bu kadar kirli bir ordunun inandırıcı olabilmesinin şartları bellidir: Alenî bir samimiyet ve tezahürleri... Nasuhvari bir tevbe ile milletten özür dilemek...
Nasıl mı?.. Nutuklar atarak, masaları yumruklayarak, dinsiz olmadıklarını haykırarak değil... Genelkurmay, o çok heveslisi olduğu bir basın toplantısında Meclise hitaben, “Böyle olmaz... Askerî vesayete sebebiyet veren, darbelere zemin teşkil eden bu kanunları lütfen aciliyetle değiştirip Avrupa standartlarına getiriniz. Askerî yargıyı lağvediniz... Arşivler emrinize geçsin, yargı son elli yılın bütün suçlularını tesbit edip cezalandırsın... Ordu kayıtsız şartsız Meclis ve milletin emrine girsin...” diyebiliyor mu? Hayır... Peki darbe, muhtıra ve darbe plânlarının içini çürüttüğü bir teşekkülün darbe yapmayacağına nasıl inanacağız?..
Bir harb oyunu plânı bile olsa “Balyoz Harekatı” bütün unsurlarıyla mevcut durumdan, gerçek isim ve coğrafyadan hareket etmiyor mu? Ordunun herkesçe malûm Kemalist ve kendi uydurmaları irtica düşmanlığı bütünüyle plânın esasını teşkil etmiyor mu? Seminer notları bile olsa, oradaki düşünceler ordunun samimi inançları değil mi? Bu asırlık hakikatı, lâfta inkârla milleti inandırmak mümkün mü?
Ordu dinsiz değil!.. Kabul... Dindar olduğunu söyleyebilir misiniz? Söylersiniz de, inandırabilir misiniz? Yakın geçmişiniz buna imkân tanır mı?
Yalan söylemekle alınacak yol kalmadı... Benim bildiğim ordu, sade bir mü’minin anladığı mânâda asla ve asla dindar değil... Dindar olmak gibi bir meselesi de hiçbir zaman olmadı... Ama dinin en basit tezâhürlerini bile darbeye sebep ittihaz ettiğini sağır sultan biliyor. 27 Nisan e-muhtırasının birinci sıra hedefi Hayrünisa Hanımın birbuçuk metrelik baş örtüsünde sembolleşen din idi, Firavun piramidleri değil... Muhtırayı veren de, ordunun herhangi bir müntesibi değil, Genelkurmay Başkanı idi...
Bu gemi çok su aldı, daha fazla gidemez...