Yazar ve Edebiyat Araştırmacısı Prof. Dr. İskender Pala, 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından girdiği TSK’da 1996’da YAŞ kararları ile ihraç edilene dek 15 yılda yaşadıklarını, ‘’Keşke Yaşanmasaydı’’ denilen ‘’ilginç zamanlara’’ dair anılarını bir kitapta topladı. “Bizim ‘suç’umuz namaz kılmamızdı, eşimizin başörtülü olmasıydı” diyen Pala, namaz kılmasının bir ‘leke’ gibi görüldüğünü anlattı.
SABAH ALDIĞIM ABDESTLE EVE DÖNDÜM
Kaleme aldığı hatıralarında, namaz kılarken yakalandığını ve bu yüzden de ‘şöhretinin’ kendisinden önce birliklere ulaştığını anlatan Prof. Dr. Pala, şöyle devam etti: “Bir şeyi itiraf edeyim: Ben 15 yıl boyunca sabah evimden çıkarken aldığım abdestle evime geri döndüm. Sırf ortalıklarda abdest almayayım, herkesin gözüne batmasın bu diye. Sırf bunun için öğlenleri yemek yemedim, fazla bir şey içmedim. Sabah aldığım abdestle akşam eve döneyim diye. Dengesiz beslenmeden dolayı kemik erimesi başladı."
MAĞDURLARIN İTİBARLARI İADE EDİLSİN
Pala, TSK’da insanların mücadelesinin, içinden geçilen sürecin fikrine göre evrildiğini söyledi. Rütbe esaslı bir kurum olduğu için rütbe ve kıdem olarak büyük olanın emrettiğini hatırlatan Prof. Dr. Pala, ‘’Dolayısıyla size emreden insandan daha çok şey bilmeniz, daha çok başarılı olmanız, daha iyi bir şey yapmanız, bunların hepsi ‘gözün üstünde kaşın var’ denilebilecek kapılar açar. Bizim gözümüzün üzerindeki kaşımız, namaz kılmamızdı, eşimizin başörtülü olmasıydı. 28 Şubat sürecinde namaz kılan ve eşi başörtülü olan insanların bu göz üstündeki kaşı sanki lekeliymiş gibi görüldü’’ dedi.
O süreçte TSK’dan 1665 insanın ihraç edildiğini belirten Pala, "Onların içerisinde kalemle ilişkisi olan benim. Dolayısıyla bunu yazmam sadece kendi hikayemi değil, 1665 hikayeyi de yazmam demekti’’ diye konuştu.
Prof. Pala, sözlerini şöyle sürdürdü:’’Birtakım vicdan sahibi insanlar, ‘Orası peygamber ocağı ise öyle bir kurumda böyle işler olmamalıdır’ diyebilmeli. Benimle aynı kaderi paylaşan insanların pek çoğu benim kadar şanslı olmadı. Benim ikinci bir mesleğim vardı ve başka şeyler yaparak hayatımı devam ettirdim ama onların tek meslekleri vardı, meslekleri ellerinden alınınca hiçbir şey yapamaz duruma geldiler. Buldukları işlerden de çıkartıldılar. İçlerinden bu yüke dayanamadığı için intihar edenler oldu.’’
TSK’dan atılmanın herhangi bir işten atılmaya benzemediğini, TSK’dan atılan insanın, toplum gözünde sanki ‘’şerefinin’’ de elinden gitmiş gibi göründüğünü ifade eden Pala, şöyle devam etti: ’’Türk Silâhlı Kuvvetlerinde hiç kimseye ‘Bakın ben namaz kılıyorum’ diye gösteriş için, alelade ortamlarda namaz kılmadım. Namazımı kılmam gerekiyor. Falanca komutanımın isteği doğrultusunda Allah’ın istediğinden vazgeçemem. Dolayısıyla namaz kılarken, kapımı içeriden kilitliyordum. Siz buna gizli gizli diyorsanız, gizli gizli. Öğle vakti mesaimi namaz için harcamadım asla. Bir şeyi itiraf edeyim: Ben 15 yıl boyunca sabah evimden çıkarken aldığım abdestle evime geri döndüm. Sırf ortalıklarda abdest almayayım, herkesin gözüne batmasın bu diye. Sırf bunun için öğlenleri yemek yemedim, fazla bir şey içmedim. Sabah aldığım abdestle akşam eve döneyim diye. Ben 15 yıl boyunca aç ve susuz kalmaya razı oldum.’’ TSK mensuplarının eşleri ve çocukları için de hayatın bir cendere haline gelebildiğine işaret eden Prof. Dr. Pala, şöyle devam etti: ’’Sayın Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmaması ülke gündemini teşkil etti ve Genelkurmay Başkanı ‘Keşke yaşanmasaydı, insanî bir tavır değil’ dedi. Sayın Emine Erdoğan’ın başına gelenin aynısı benim eşimin başına geldi. Bizi bir yerden, başörtüsü olduğu için kovdular.’’
Yeni Asya