Devlet gibi, ordunun da sebeb-i vücudu, milletin saãdet ve emniyetidir; varlığını ve hayatîyetini millete borçlu. Mükellefiyeti, milleti sivil iktidarın emri altında, önce harîci düşmanlara karşı korumak, sonra sivil iktidarın lüzum hissetmesi durumunda da kendisine tevdi edilen dahilî asayişi temin etmektir. Mesleği, gerektiğinde savaşmaktır. Ne zaman, niçin savaşacağına karar vermek gibi bir mükellefiyeti yoktur; o sivil iktidarların işidir. Orduya düşen, milletin sivil iktidarlar eliyle kendisine hazırladığı imkânlar çerçevesinde, muhtemel bir savaşa yirmi dört saat hazırlanmak ve hazır olmaktır...
Dünyãnın bütün medeni ve demokratik ülkelerinde orduya çizilen çerçeve yukarıdaki hülâsa ile sınırlıdır. Olsa olsa ufak tefek mütemmim vazifelerinden bahsedilebilir: Ãfet vakitlerinde elindeki insan gücünü yardım için seferber etmesi, ağaç dikmesi yãhût orman yangınlarını söndürmeye iştirak etmesi, gibi...
Demokratik hiçbir ülkede ordunun sivil iktidarların gidişatını kollayıp, nizâm altına sokmak; milleti düşman addedip, şehir şehir fişlemek; gönlünün arzu ettiği zaman dilimlerinde darbelere zemin hazırlayıp, sonra darbe yapmak; PKK gibi eli derin devletin pençesinde duran teşkilâtlarla kavgadan medet umup, Güçlü Konak katliamları gibi vahşi katliamları, kendi içindeki unsurlara yaptırmak gibi bir vazifesi yoktur.
Ve hiçbir demokratik ülkenin Genelkurmayı, Millet Meclisi mensûblarına basın vãsıtasıyla, silâhın gücünden cüret aldığı kesin olan ağır, kabulü imkânsız, daha çok kabadayı ağzını andıran üslûb ve kelimelerle cevab vermez. Verse, ilgili kişi derhal azledilir ve tekerrürünü engelemek için de kuvvetli tedbirler alınır.
Heyhat ki, Türk ordusu, kendisini herşeyin ve herkesin üstünde gördüğü, millet ve devlete ait bütün selâhiyetleri de silâhın gücünden kaynaklanan bir cebr ile kendisi için anasının ak sütü gibi helâl addettiğinden, hiçbir zaman demokratik ülkelerin ordularına isminden başka bir benzerliği olmadı. Ordunun gücünü, milletin gücüyle gemlemeyi ve kontrol altına almayı beceremeyen sivil iktidar ve devlete düşen ise, tecavüze uğrarken bile ırzını rızasıyla teslim ediyormuş görüntüsü verme çâresizliği olmuştur. Yok birşey, mütecaviz yabancı değil, bizdendir hayasızlığı...
Bu satırları hayatlandıran sebeb, bir kaç gün öncesinden akseden, o çok bildik vãkalardan, mebzul hãdisãt-ı ãdiyeden biri: Millet Meclisinin eski başkanlarından Bülent Arınç, seçim konuşmalarından birinde son Ergenekon iddianamesini hatırlayarak hayretini ifãde eden kısa bir değerlendirme yapıyor. Önce Arınça kulak verelim:
"Bakın bugün bir dãvãnın yeni bir iddianamesi hazırlandı ve açıklandı. Neler var neler... Konuşuldukça bu ülkede neler varmış, kimler ne yapmış, kimler kimlerle işbirliği yapmış, Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünü kimler dinamitlemiş, siyasi suikastların arkasında ne varmış, Türkiye'yi karıştıran güçler neyi hesaplamış ve Ak Parti iktidarı bütün bunlara karşı nasıl dimdik ayakta kalmış bunu görüyoruz.
Emekli orgenerallere ait ses kayıtları ortaya çıktı. Aman Allah'ım! Neler konuşmuşlar, neler söylemişler. Allah'a çok şükür ediyorum ki, Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok. Askerlikten başka her şeyi yapmışlar. Siyasetle uğraşmışlar, darbelerle uğraşmışlar. Memlekette kendi kafalarına göre uygun buldukları işleri yapmak için maalesef yasa dışı güçlerle bile iş birliği yapmaktan çekinmemişler. Bu çok yanlış bir şey, ama eğer Türkiye'de Ak Parti iktidarı olmasaydı, bunlara karşı hiçbir hükümet ayakta kalamazdı. Bizi biz yapan bunlarla mücadele etme noktasıdır."
Reddi kabil olmayan, milletin ekseriyetinde de teyid gören ifãdeler... Olup bitenler ortada, Arınçın ifade ettikleri, söylenebileceklerin yanında, devde kulak...
Mevcut Genelkurmaya düşen, bu rezil vaziyet karşısında, hiç değilse;
Üzgünüz, maalesef içimizden birileri orduyu kendi habîs emelleri istikametinde kullanmak istemiş... Olup bitenler, sizler ve millet gibi, bizi de çok üzüyor... Üstelik çok da mahcubuz... Ama millet müsterih olsun, bunun tedbirleri alınacak ve yargı suçluları cezalandıracaktır. Bu hayırlı neticenin bir an önce hãsıl olması için biz de, ordu olarak bütün imkânlarımızı seferber etmiş bulunuyoruz, bir daha bu kabil kepazelikler asla yaşanmayacaktır... benzeri bir açıklama olmalı değil miydi?
Hayır!.. Bir açıklama var, ama yukarıdaki gibi değil... Özür dilemek ne kelime, korku salmaya devam... İşte İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürakün seslendirdiği Genelkurmay açıklaması:
Eğer gerçekten bu sözler söylenmiş ise söz konusu kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri personeline ilişkin düşünce ve görüşleri çok iyi bilinmektedir. Bu kişinin ön yargılı, saptırıcı düşünce ve ifadeleri üzerinde fazla durulmasına da gerek yok. Çünkü bu tip konuşmalar hiçbir zaman doğruları değiştirmez. Türk Silahlı Kuvvetlerinin savaşta ve terörle mücadelede başarısı herkes tarafından bilinmektedir. Ancak bu konuşmalarda önemli bir husus var, o da Hukuk Fakültesi mezunu bir kişinin yargı kararı olmadan hiçbir kimseyi suçlamaya, dolaylı olarak da bir kurumu hedef almaya hakkı ve yetkisi olmadığını hala anlayamamış olmasıdır
Neresinden tutalım, neresinden bakalım ve neresini düzeltelim?.. Herşeyden önce üslûb evlere şenlik, kerih mi kerih... Hãlen Meclisin çatısı altında milletvekili vasfı taşıyan ve yakın geçmişinde Meclis Başkanlığı yapmış mümtaz bir insandan; söz konusu kişi, bu kişi gibi isminden sarfınazarla bu şekilde bahsetmek cidden kerihtir. Hiç değilse, mükellefiyeti, millet adına Meclise karşı sorumlu olmak olan bir merci için kerihtir.
Orduya atfedilen iki başarıya gelince, ikisinin de hakikat olması için bütün kalbimiz ve bütün varlığımızla dua ederiz. Zirã, milletin saãdet ve selâmetinin bu muvaffakiyete bağlı olduğu, su götürmez hakîkattir... Son doksan yılda yaşadığımız tek savaş, Kıbrıs Çıkartması... Çıkartmanın zaferle neticelenmesi, bu topraklarda yaşayan herkes için hãlâ gurur ve sevinç kaynağıdır. Ne var ki, kendimizi dev aynasında görmemizin alemi yok... Karşısında savaş kazandığımız güç, her cihetle bizden zayıftı; sırtını dayadığı müşevviklerinden bekledikleri gelmeyince neticeye çabuk ulaştık. İyi de oldu... İyi oldu, zirã hiçbir savaş, çok gerekmedikçe insãnî değildir... Savaşsız bir dünyayı temenni edenlerdenim...
Terör meselesine gelince... Doğrusu, burada bir muvaffakiyetten bahsetmek, bu topraklarda yaşayan herkes için çok güç olmalı; Genelkurmay için ise, çok daha zor. Zirã otuz yıldan beri üstesinden gelinememiş ve bugün dünden daha güçlü durumda olan PKK terörünü unutmuş gibi davranıp, terör karşısındaki muvaffakiyetten bahsetmek, anlaşılır gibi değil... Otuz yıllık PKK terör tarihini, makaleye taşıyacak değilim, ama olup bitenler ve herkesin net şekilde gördükleri Genelkurmayın söylediklerini teyid etmiyor... PKK, emellerine bugün, dünden daha yakın bir yerde duruyor... Akan bunca kan, dökülen göz yaşları, çekilen acılar ve bunları elde etmek için üçbeşyüz milyar dolarlara varan para kayıplarından gafletle mevcut vaziyete başarı demeye kimin dili varıyorsa, söylesin...
Ama benim dilim varmıyor, ortada duran netice başarıya hiç benzemiyor...
Türk ordusuna zarar vermekten yakınanlar, zarar verenlerdir... Zirã orduyu gırtlağına kadar siyasete bulaştırmak; savaşların değil, darbe ve tertiplerin gücü durumuna düşürmek zararın büyüğüdür... Bünyesinden sürekli darbeciler fışkıran bir ordunun idare mevkiindekilere düşen, içlerindeki yarım asırlık bataklığı kurutmak için samimiyetle kolları sıvamaktır... Milletin namusunu korumak için taşıdıkları silâha dayanarak, milletin vekillerini tahkir etmek değil...